SİS Sarmış yine âfâkını bir dûd-ı muannid, Tazyikının altında silinmiş gibi eşbâh; Bir tozlu ve heybetli kesâfet ki nazarlar Lâkin sana lâyık bu derin sütre-i muzlim, Ey sahn-ı mezâlim... Evet, ey sahn-ı garrâ, Ey şâ'şaanın, kevkebenin mehdi, mezârı; Ey kanlı muhabbetleri bî-lerziş-i nefret Ey Marmara'nın mâi deragüşu içinde Ey köhne Bizans, ey koca fertût-i müsahhir Hüsnünde henüz tâzeliğin sihri hüveydâ; Hâricden, uzakdan açılan gözlere süzgün, Mûnis, fakat eıı kirli kadınlar gibi mûnîs; Te'sis olunurken daha, bir dest-i hıyânet Hep levs-i riyâ dalgalanır zerrelerinde, Hep levs-i riyâ, levs-i hased, levs-i teneffü Milyonla barındırdığın ecdâd arasından, Örtün, evet, ey hâile.. örtün evet ey şehr; Ey debdebeler, tantanalar, şanlar, alaylar; Ey dahme-i mersûs-ı havâtır, ulu mâbed; Mâzîleri âtilere nakl etmeğe me'mur, Ey kubbeler, ey şanlı mebânî-i münâcât; Ey sakfı çökük medreseler, mahkemecikler; Te'min edebilmiş nice bin sâil-i sâbir, Ey türbeler, ey her biri pür-velvele bir yâd, Ey mâ'reke-i tıyn u gubâr eski sokaklar, Virâneler, ey mekmen-i pür hâb-ı eşirrâ; Temsil eden âsüde ve fersûde mesâkin, Gam-dide ocaklar ki merâretle somurtmuş, Ey mîdelerin zehr-i tekazâsı önünde Ey fazl-ı tabiatle en âmâde ve mün'im Her nîmeti, her fazlı, her esbâb-ı rehâyı Ey savt-ı kilâb, ey şeref-i nutk ile mümtaz, Ey girye-i bi-fâide, ey hande-i zehrin, Ey cevf-i esâtîre düşen hâtıra; nâmus, Ey havf-ı müsellâh, ki hasârâtına râci' Ey şahsa -masüniyet ü hürrîyete makrun Ey vâ'd-ı muhâl, ey ebedi kizb-i muhakkak , Ey savlet-i evhâm ile bîtâb-ı tahassüs Ey bim-i tecessüsle kilitlenmiş ağızlar, Ey seyf ü kalem, ey iki mahkûm-ı siyâsi, Ey bâr-ı hazerle iki kat gezmeğe me’luf; Ey re's-i fürübürde ki ak hak, fakat iğrenç; Ey mâder-i hicrân-zede, ey hemser-i muğber, |
SİS
Sarmış yine göklerini bir inatçı duman
Baskısının altında silinmiş gibi eşya
Bir tozlu ve heybetli yoğunluk ki bakışlar
Lakin sana lâyık bu derin karanlık örtü
Ey karanlıklar sahnesi…Evet ey şaşalı sahne
Ey şaşanın, ihtişamın beslendiği mezar;
Ey kanlı aşkları nefretle, titremeden
Ey Marmaranın mavi kucağı içinde
Ey köhne Bizans, Ey koca büyücü ihtiyar
Güzelliğinde henüz tazeliğin sihri apaçık
Dışarıdan, uzaktan açılan gözlerle süzgün
Uysal fakat en kirli kadınlar gibi uysal
Daha ilk kuruluşunda , bir ihanet eli
Hep iki yüzlülüğün pisliği dalgalanır zerrelerinde
Hep riyanın pisliği, kıskançlığın kiri, kaçışın kiri
Milyonla barındırdığın ceset arasından
Örtün evet ey trajedi, örtün evet ey şehir
Ey debdebeler, tantanalar, şanlar, alaylar
Ey hatıraların birbirine sıkıca bağladığı, ulu mabed
Geçmişi geleceğe nakletmeye memur
Ey kubbeler, Ey Allah’a yalvaran şanlı binalar
Ey damı çökük medreseler, mahkemecikler
Temin edebilmiş nice bin sabırlı fakir
Ey türbeler, ey her biri velvele dolu bir hatıra
Ey tozla çamurun çarpıştığı eski sokaklar; Vîrâneler, ey azılıların uykuya girdikleri yer. Andıran harap ve sessiz evler; Kederli ocaklar ki, bütün acılıklariyle somurtmuş, Ey mîdelerin sıkıştıran zehri önünde Ey tabi’atin gürlükleri ve nimetleriyle dolu Her nimeti, bütün gürlükleri, hep kurtuluş sebeplerini Ey havlayan köpekler, ey konuşma şerefiyle seçilmiş Ey faydasız ağlayışlar, ey zehirli gülüşler; Ey masalların çukuruna düşen hatıra: Nâmus, Ey silahlı korku, ki verdiğin zarardandır Ey bir adamı korumak ve hürriyete kavuşturmak için Ey tutulmayan vaatler, ey sonsuz muhakkak yalan, Ey en şiddetli kuşkularla duygusu körleşerek Ey işitilmek korkusuyla kilitlenmiş ağızlar. Ey kılıç ve kalem, ey iki siyasî mahkûm; Ey korkusunun ağırlığıyla iki büklüm gezmeye alışmış Ey eğilmiş esir baş, ki ak-doğru, fakat iğrenç; Ey üzgün anne, ey küskün karı-koca; Örtün, evet, ey trajedi... Örtün evet ey şehir; T.Fikret –18 Şubat,1317 |