Milli Edebiyat Akımı

MİLLÎ EDEBİYAT DEVRİ (1911-1923)
       Milli Edebiyat, Türk edebiyatında 1911'den sonra ortaya çıkan, dil, öz ve biçim açısından millileşme amacına yönelik akımdır. Türk edebiyatındaki bu yeni hareketi, Selanik'te çıkardıkları Genç Kalemler dergisiyle Ömer Seyfeddin, Ali Canip (Yöntem) ve Ziya Gökalp başlatmıştır. Ömer Seyfeddin dergide çıkan "Yeni Lisan" adlı yazısında "milli bir edebiyat yaratmak için önce milli bir dil gerekir" görüşünü savunmuştur.  Ziya Gökalp de Türkçülüğün Esasları'nda "Türk edebiyatının hem milli, hem Avrupalı bir edebiyat durumuna gelmesi gerektiğini, bunun için de bir yandan halka doğru, öte yandan da Batı'ya doğru gitmesi gerektiği"ni ileri sürmüştür. Bu görüşler kısa zamanda başka yazarlarca da benimsenmiş ve 20. yüzyıl Türk edebiyatına damgasını vurmuştur.
       1908 de, II. Abdülhamid idaresinin ortadan kaldırılmasından sonra, Türk aydınlarını düşündüren en mühim mesele, şüphesiz, artık hareket serbestliğine kavuşmuş ve çeşitli etnik unsurlardan kurulu, geniş bir topluluğun yaşayışına yön verebilecek siyasi ideolojinin ne olabileceği meselesi idi.
       İmparatorluğun siyasi birliğini sürdürebilmek düşüncesi ile 1860’tan sonra rağbet bulan ve II. Abdülhamid tarafından bilhassa desteklenen "Osmanlıcılık" ideolojisi, aynı düşünce ile, II. Meşrutiyetin ilk yıllarında ila devam etti. Ancak, Balkan Harbi (1912 )Hıristiyan unsurların İmparatorluğa karşı tutumlarını kesin bir şekilde ortaya koyduğu gibi, Arnavutluk isyanı ve Araplarla Kürtler arasında başlayan bazı milliyetçilik hareketleri, imparatorluğun siyasi bütünlüğünün sürdürülmesi bakımından, Müslüman unsurların da tam bir anlaşma içinde bulunmadığını göstermekte idi.
       Osmanlıcılık ideolojisinin böylece iflâsı, realiteler karşısında, bu ideolojinin tamamıyla safça sına ve hatta imparatorluğun geleceği için tehlikeli olduğu inancında bulunan bazı aydınları haklı çıkardı. Bunun üzerine, 1908 den sonra ilk belirtileri görülen, “İslâmcılık” ve "Türkçülük" ideolojileri çevresinde toplaşmalar başladı.
       Müslüman milletleri kalkındırmak ve birleştirmek suretiyle Hıristiyan âleminin karsısında bir denge gücü kurmak esasına dayanan ve Tanzimat devrinin aydınları arasında da rağbet görmüş olan İslamcılık ideolojisi, 1908 den sonra daha gelişerek, edebiyat alanında, Mehmed Akif ile en kuvvetli temsilcisini yetiştirdi. Bu devirde bu ideolojiyi savunanlar arasında Said Halim Paşa (1863-1921), M. Şemseddîıı (Günaltay) (1883-1961), Şeyhülislâm Mûsa Kâzım Efendi (1865-1919), Hacı Zihnî Efendi (ölümü: 1913) ve Eşref Edîb sayılabilir.
       Ancak, İslâmcılık ideolojisinin Balkan Harbi'nden sonraki gelişmesinde, "Balkanlardaki Hristiyan unsurlardan sonra, Müslüman unsurların da imparatorluktan kopmasını önlemek" kaygısının da yer aldığını kaydetmek gerekir. Fakat bütün çabalamalara rağmen, bu ideoloji etrafında büyük bir toplaşma görülmez.
       Osmanlıcılık ve İslamcılık ideolojileri önce siyaset alanında görülüp edebiyata oradan geçtikleri halde, Milliyetçilik ideolojisi, tersine olarak, önce edebiyat ve fikir adamları tarafından ortaya atılmış ve siyaset alanına oradan geçmiştir. Tanzimat devrine kadar Türk olarak yalnız Osmanlı Türklerinin anlaşılmasına karşılık, Tanzimat devrinde Türk kelimesi, anlamı birdenbire genişleyerek, dünyada çeşitli adlar altında devlet kurmuş, yaşamış ve yaşayan bütün Türkler için kullanılmasına başlanmıştır.
       “Şecere-i Türk” tercümesi (1864) ile ilk defa Ahmed Vefik Paşa’nın  (1823-1891) verdiği bu bilgiyi, -batılı Türkologların Genel Türk Tarihi hakkındaki çalışmalarından da faydalanılarak- Süleyman Paşa’nın (1838-1892) Târih-i Âlem)’inde (1876 ve Ahmed Midhat'ın Ahmed Metîn ve Şîrzâd’ında (1891) verilen bilgi takip eder. Tarihî noktadan hareket eden bu "Bütün Türklük" düşüncesinden ayrı olarak, dil yolundan gidilmek suretiyle yapılan çalışmalar da aynı düşüncenin yayılmasında tesirli olmuştur. Bu hususta, yine Ahmed Vefik Paşa'nın Lehçe-i Osmânî (1876, 1888,1889) adlı sözlüğünü ve onun önsözünü kaydetmek yerinde olur.
İmparatorluğun siyasi bütünlüğünü sürdürebilmek için Osmanlıcılık politikasını benimseyen II. Abdülhamîd idaresinin milliyetçilik hareketleri karşısındaki aykırı tutumuna rağmen, 1896’dan sonra, "Bütün Türklük" fikrini telkin eden çalışmaların devam ettiği görülür. Devrin tanınmış gazetecilerinden Ahmed Cevdet (1862-1936) in çıkardığı ve "Osmanlı" adı eksik bulunarak başlığının altına "Türk  Gazetesidir" diye yazılan îkdâm (1894) gazetesinde bu düşünceyi tutan yazıların çıkması ve “Osmanlıca-Türkçe” münâkaşalarına yer verilmesi, hükümetçe dil konusundaki tartışmaların yasak edilmesine yol açtı. Bununla beraber, Bursalı Tahir’in (1861-1926) Türklerin Ulûm ve Fünûna Hizmetleri (1911) ve Necib Âsım’ın (1861-1935) Leon Cahun’ün (Leon Kahön) Asya Târihine Giriş adlı eserini genişletmek suretiyle meydana getirdiği Türk Tarihi (1900), önsözünde Türkçenin tarihî ve aktüel durumunu ilmî bir şekilde ilk defa açıklamaya çalışan Şemseddîn Sami'nin Kaamûs-ı Türkî’si (1901) aynı fikre hizmete devam etmişlerdir.
        II. Abdülhamid’e muhalif olup bilhassa Paris ve Kahire'ye yerleşen Türk aydınlarının yaptıkları yayımlar arasında, bu fikri telkine çalışanlar da vardı. Akçuraoğlu Yusuf’un (1879-1935), önce Kahire'deki Türk gazetesinde çıkıp aynı yerde kitap hâlinde de basılan Üç Tarz-ı Siyaset (Osmanlıcık- İslamcılık- Türkçülük) (1907) adlı eseri bunlar arasındadır.
       1908 den sonra milliyetçilik hareketi, "Türkçülük" adı altında, önce tamamıyla kültürel ve Balkan Harbinden sonra aynı zamanda siyâsî bir cereyân hâlini alarak, dernekler ve yayın organları kurmak suretiyle teşkilatlanmaya başlar. Bu teşkilâta ait ilk dernek, 1908-1913 tarihlerinde çalışmalar yapan ve 1911 de kendi adı ile bir de dergi yayımlayan, Türk Derneği'dir. Türk Derneği’ni, 1911 de, Mehmed Emin'in başkanlık ettiği Türk Yurdu derneği takip etmiş; o da, çıkarmağa başladığı Türk Yurdu adlı dergi ile birlikte, bir yıl sonra, yerini Türk Ocağı’na bırakmıştır. Milliyetçi dernekler içinde, en sürekli olanı budur. Daha çok milliyetçiliğin kültürel yönünü temsil ve yalnız aydınlara hitap eden bu organlardan başka, halkın seviyesine inmeyi gaye edinen Halka Doğru (1913) dergisi çıkarılmıştır. Milliyetçilik hareketinin hızla gelişip teşkilatlanmak imkânını buluşunda, iktidardaki îttihâd ve Terakki Partisinin bu hareketi desteklemesi de büyük rol oynamıştır.
       1911 de Genç Kalemler dergisinde yayımladığı Turan manzumesi ile "Bütün Türkçülük" fikrini benimsediğini göstermiş olan Ziya Gökalp (1876-1924), bilhassa I. Dünya Savaşı boyunca, bu hareketin lideri durumundadır. İttihat ve Terakki Partisi'nin genel merkez üyesi bulunmasından faydalanarak, ön plândaki hükümet adamları ile de çok yakın "temaslar kurmuş; milliyetçilik hareketinin hükümetçe desteklenmesinde olduğu gibi, İstanbul Üniversitesinde verdiği sosyoloji dersleri, sürekli ve bol yazıları ile geniş bir aydın kütlesinin milliyetçilik prensiplerini benimsemesinde ve millî bir edebiyatın yaratılmasında da başlıca âmil olmuştur. Kuvvetli bir felsefî kültüre sahip bulunan Ziyâ Gökalp, samimî bir idealist olduğu kadar, Türkiye'nin hâli ve geleceği hakkında gerek kendisi ve gerekse başkaları tarafından ileriye sürülen düşüncelerin tatbik imkânlarını çok iyi ölçebilmekte de büyük bir kabiliyet göstermiş ve, nazariyelerin katı kalıplarına değer vermeyerek, onları, gerçekleşme imkânlarına göre değerlendirebilmiştir. Siyasi ideolojilerin gerçekleşme güçlerini yine siyasi gelişmelere bağlı gördüğü için, Türkçülüğün hedeflerini olayların gidişine göre ayarlamakta ve bizzat kendi düşünceleri üzerinde de zaman zaman revizyonlar yapmakta tereddüt göstermemiştir. Bu sebepledir ki, 1911 yılında ateşli bir Turancı olduğu hâlde, yeryüzünde tek hür Türk Devleti olan Türkiye'nin de varlığını tehlikeye düşürecek siyasi gelişmeler karşısında, uzak idealleri bir kenara iterek, gerçeklere uygun bir yoldan yürümeyi ve, her şeyden evvel, Türkiye'nin varlığını, devamının ve medenî kalkınmasını hedef tutan, aşırı olmayan bir milliyetçilik anlayışına dayanmayı uygun görmüştür. Türk Ocağı'nın organı olan Türk Yurdu'nun yayınları ile Ziyâ Gökalp'in denetimi altında yayınlanan Yeni Mecmua’nın (1917) yayınları arasındaki ayrılık da bunu açıkça göstermektedir. İdeolojileri olaylarla birlikte değerlendirme prensibi onu, 1908-1923 târihleri arasında çok hızlı bir gelişme gösteren Türk manevi hayatının hemen her yönünde büyük te'sîrler yapan ve Cumhuriyet'ten sonraki hamlelere de yön veren milliyetçilik hareketinin esâslarını sistemli bir şekilde açıkladığı Türkçülüğün Esâsları (1923,1940, 1950,1961) adlı eserinde, Turancılığın "Türk milletinin uzak ideali" olduğunu söyleyerek, uzak idealler için "gerçekleşmenin aranmadığını" belirtmeğe ve ırkçılık teorisini de şiddetle reddetmeye götürmüştür. Yine aynı realist görüş sonucunda, milliyetçilikle bağdaşamaması tabii bulunmakla beraber, Türklerin de Müslüman olmaları sebebi ile, I. Dünya Savaşı boyunca aktüalitesini sürdüren İslamcılık akımına da zaman zaman değer vermekten ve onunla uzlaşma imkânları aramaktan da geri kalmamıştır (Türkleşmek, İslâmlaşmak, Muâsırlaşmak, 1918).
      Burada, Tanzimat'tan beri sâdece medenîleşme hususunda bir esâs olarak kabûl edilmiş olan batılılaşma hareketinin 1908 den sonra da kuvvetle devâm ettiğini ve politika alanında yer alan bütün ideolojilerce de ortaklaşa benimsenmiştir. Ancak, Osmanlılık ideolojisini güdenlerce hiçbir sınırlamaya uğratılmamasına karşılık, diğer iki ideolojiyi tutanlarca bazı sınırlamalara gidilerek, batılılaşmanın daha çok bilim ve teknik alanlarında bırakılmak istendiğini kaydetmek gerekir. Hiçbir siyasi maksat gütmeden, -bilhassa sosyal alandaki- batılılaşmanın bu devirdeki en hararetli taraftarları, Tevfik Fikret ile Abdullah Cevdet (1869-1932) ve Kılıçzâde Hakkı’dır. (Doğumu: 1872) Bu akımın en mühim yayın organı ise, Abdullah Cevdet'in çıkardığı İçtihat (1904) dergisidir.
       Diğer iki ideoloji gibi, milliyetçilik hareketinin de, er-geç, edebiyâtta etkisini göstereceği doğaldı. Gerçekten, 1911 yılı Nisanında Selânik'te çıkmağa başlayan Genç Kalemler Dergisi ile, milliyetçilik akımı edebiyatta da başlamış oldu. Ömer Seyfeddin, Akil Koyuncu, Râsim Haşmet ve daha önce Fecr-i Âti Encümeni'nde bulunan Ali Canip gibi gençlerin çıkardıkları bu dergi, "Millî Edebiyat" deyimini ilk defa ortaya atarak, böyle bir edebiyat yaratma görevini de üzerine alır. Milli bir edebiyat yaratmak için, edebî dilin millîleştirilmesinden başlayarak, “Yeni Lisan" davasını ortaya atar. Daha önce Manastır'da Hüsün ve Şiir (1 Haziran - 21 Eylül 1909 78 sayı) adı ile çıkan bir derginin devamı ve II. cildi olarak çıkmaya başlayan Genç Kalemler, ilk sayısından (11 Nisan 1911) son sayısına (Eylül 1912 -18 Sayı-) kadar başmakalelerini “Yeni Lisan” meselesine ayırdığı gibi, zaman zaman, diğer sütunlarını da bu konu etrafındaki tartışmalara ayırmış, meseleyi tam bir ciddiyet ve ısrarla yürütmeye çalışmıştır.
       Edebiyat dilinin o zamana kadar tamamıyla Arapça ve Acemcenin hâkimiyeti altında yapma bir dil olduğu inancına varan gençler, Edebiyat-ı Cedide ne Fecr-i Âtî mensuplarını dillerinin yabancılıklarından dolayı şiddetle eleştirmişler ve -daha geniş halk kütlelerine hitap etmek imkânı sağlayacağı ve böylece medenî kalkınmaya da yardım edeceği için sâdece edebî değil, aynı zamanda sosyal bîr dâva saydıkları “Yeni Lisan" davasının gerçekleştirilmesini şu işlemlere bağlamışlardı.
  1. Arapça ve Farsçaya ait gramer kaidelerinin kullanılmaması ve bu kaidelerle yapılan tamlamaların bazı istisnalarla kaldırılması
  2. Arapça kelimelerin, gramerce, asıllarına göre değil, Türkçedeki kullanışlarına göre değerlendirilmesi
  3. Arapça ve farsça kelimelerin Türkçede söylendikleri gibi yazılmaları
  4. Bütün Arapça ve Farsça kelimelerin atılmasına lüzum olmadığından, ilmî terim olarak Arapça kelimelerin kullanılmasına devam edilmesi,
  5. Dîğer Türk lehçelerinden kelime alınmaması
  6. Konuşmada İstanbul şivesinin esas tutulması
        Yeni Lisan hakkındaki düşüncelerini böylece belirten gençler, Tanzimat devrine kadar İran’ın ve ondan sonra Batı'nın taklitçisi saydıkları Türk edebiyatının, artık, taklit safhasından çıkarak yaratma safhasına geçmesini ve bunun için de Türk halkının hayatına yönelmesini istiyorlardı. Ancak, bu yöneliş roman, hikâye ve tiyatroya aittir. Bu türler, konularını ve kişilerini yerli hayattan almalıdırlar. Fakat, tamamıyla "vicdani bir keyfiyet" olan, şiir için böyle bir kayıta lüzum yoktur. Şiire tanıdıkları bu imtiyaz, onları, sanat anlayışında ikiliğe düşürmüş ve Edebiyyât-ı Cedide ile Fecr-i Âtî'nin ferdiyetçi sanat anlayışından tamamıyla ayıramamıştır.
       Buna rağmen, Genç Kalemler ‘in edebiyat ve bilhassa edebî dil anlayışları Servet-i Fünûn ve Fecr-i Âtî mensuplarınca büyük bir tepki ile karşılandı. Mehmed Rauf, Hüseyin Câhid, Hâlid Ziyâ, Cenâb Şehâbeddîn, Süleyman Nazîf, Yâkub Kadri ve Köprülüzâde Mehmed Fuad tarafından yapılan itirazlar, daha çok, "Yeni Lisân'ın bir edebiyat dili olamayıp ancak bilim dili olabileceği", sanat eserlerinin milletlerarası olması sebebi ile "edebiyatın da millî olamayacağı" ve Genç Kalemler'ce açıklanan Millî Edebiyât anlayışının "ırkî bir karakter taşıdığı" noktalarında toplanıyordu. Bir yıldan fazla süren bu karşılıklı münakaşalar sırasında, Fecr-i Âtî'den Hamdullah Subhî ile Celâl Sâhir de Yeni Lisan hareketini kabul ettiklerini bildirdiler.
       Milli Edebiyat kuramcıları temel ilkelerini şöyle belirlemişlerdi: Konuşma dilinde İstanbul Türkçesi egemen olacak, konuşma ve yazı dili arasındaki ayrım ortadan kalkacak, yalın ve kolay bir dilbilgisi yaygınlaştıracak, Türk ulusunun bütün kültür zenginlikleri işlenecek ve ulusal bilinci güçlendiren konulara ağırlık verilecektir.
       Genç Kalemler; bir yandan da, -düşüncelerini bizzat tatbik maksadı ile- Yeni Lisân’la yazdıkları yazıları yayımlıyor, aynı sayfada , Servet-i Fünûn ve Fecr-i Âtî şairlerinden birinin bir manzumesi ile Yeni Lisân’la yazılmış bir şiiri yan yana koyarak okuyuculara karşılaştırma imkânı da sağlamağa çalışıyorlardı. Bu yazılar arasında onların Millî Edebiyat anlayışına en uygun örnekler, Ömer Seyfeddin’in hikâyeleri (Bahâr ve Kelebekler, Bomba, Primo, And) ile Ziyâ Gökalp'in Gökalp ve Demirtaş imzaları ile yayımladığı bazı manzumeleridir. Milli Edebiyat anlayışı doğrultusunda ilk şiir örneklerini veren Mehmet Emin Yurdakul'dur.
       Dergi 1912 Eylülünde kapandıktan sonra, yazarlarının büyük bir kısmı İstanbul'a gelerek yazılarını Türk Yurdu'nda ve diğer milliyetçi dergilerde yayımlamağa devam ettiler. Millî Edebiyat Hareketi, yeni yazarların ve hatta kendisine önce muhalif olanların (Yâkub Kadri, Köprülüzâde Mehmed Fuad, Refik Hâlid) ve yeni yetişen gençlerin de katılması ile, kadrosunu ve te'sîrlerini hızla genişletti. Süleyman Nazîf, Cenâb Şehâbeddîn ve Ali Kemâl'in şiddetle devâm eden muhalefetlerine rağmen Türkiye Cumhuriyeti ilan edilirken, konuşma dili edebi dilin yerini tamamıyla almış bu gayeye ulaşmak için Tanzimat’tan beri süren çabalamalar sonuçlanmış bulunuyordu.

Test Çöz