İbnürrefik Ahmet Nuri Sekizinci

-A A +A

İbnürrefik Ahmet Nuri Sekizinci (1874-1935)

       İbnürrefik Ahmet Nuri Sekizinci Üsküdar Ayazma mahallesinde doğmuştur. Ahmet Nuri Bey, babası Refik Bey’in vasiyeti üzerine onun adını da kullanmıştır. Soyadı kanununun çıkmasının ardından en sevilen oyunlarından olan Sekizinci’nin adını soyadı olarak tercih etmiştir.

     Ailesi Elazığ’ın Çemişkezek kazasındandır. Babası fes nazırı Süleymanzâde Mehmet Refik Bey Bâb-ı Âli Divan kaleminde ve Maliye Nezaretinde çalıştıktan sonra Adliye Nezareti’ne geçmiştir. Burada Üsküdar Bidayet Mahkemesi’ne bağlı olarak müstantik(sorgu yargıcı) olarak çalışmıştır.

      Sekizinci, ilk eğitimini Doğancılar Sıbyan Mektebi’nde tamamlamış, ardından Üsküdar’da Rüstem Paşa Mekteb-i İptidaisinde ilkokul eğitimini almıştır. Bir süre Paşakapısı Askerî Rüştiyesine devam ettikten sonra 1881 yılında Mekteb-i Sultaniye’ye kaydolmuştur. Buradaki eğitimini 1884 yılında yarım bırakmıştır. Bu üç yıllık eğitim sürecinde bir yıl Fransızca eğitim görmüştür. 1884 yılında Hariciye Nezareti Mektubî Kalemi’nde çalışmaya başlayan Sekizinci, 1886 yılında Karantina İdaresi Muhasebe Kalemi’ne tayin edilmiştir. 1891 yılında aynı dairenin muhasebe kalemi Türkçe kısmına nakledilmiş ve 1893 yılında Türkçe kısım müdürü olmuştur. İlerleyen yıllarda Fransızca Muhasebe Müdürlüğüne yükselmiştir. Bu dairede amirliğini yapan Ahmet Mithat Efendi’nin teşviki ile Fransızcadan tercümeler yapmaya başlayan yazar, Lozan Anlaşmasının ardından dairenin tasfiyesi üzerine bütün sıhhiye memurları ile birlikte emekliye sevk edilmiştir. 

       1885 yılında Salimbeyzâde Fatma Zağfer Hanım ile evlenmiş ve bu evlilikten ikisi kız, üçü erkek olmak üzere beş çocuğu olmuştur.

       Sekizinci’nin tiyatroyla olan bağı küçük yaşlarda başlamıştır. Mahalle arkadaşları ile birlikte sahne kurarak piyesler sahnelemişlerdir. Yazarın ilk oyunu olan ve metni elimize ulaşmayan Çoban Kızı bu dönemin mahsulüdür. Sekizinci, kaleme aldığı anılarında  bu dönemi şöyle anlatır: “Çocukluğumdan beri edebiyata çok merakım vardı. O zamanın maruf ediplerinden Namık Kemal’i, Ziya Paşa’yı, Muallim Naci’yi, Abdülhak Hamid’i  ve diğerlerini okudum. Sıhhiye idaresinde Ahmet Mitat Efendi merhum reisimizdi. Bana ilk defa Fransızcadan küçük bir roman tercüme ettirmişti. Mitat Efendinin ifadesi diğerlerine nisbeten daha sade olduğundan onu taklide yeltenirdim. Fakat tercüme ettiğim romanı bugün okurken kendi kendime utanıyorum. Tiyatroya merakım daha çoktu. Güllü Agobun tesis ettiği Osmanlı tiyatrosuna çok devam ederdim. Burada ekseriye melodramlar oynanırdı. Nadiren oynanan ve az çok kıymeti edebiyesi olan piyesleri tercih ederdim. İçtimaî hayatı tasvir ve tenkit eden komediler daha çok hoşuma giderdi. Ben Mekteb-i Sultaniye’ de iken yaz tatilinde mahalle arkadaşlarımdan Tıbbiye ve Harbiye talebesinden birkaçını kandırdım, aramızda para topladık, birimizin büyük bahçesinde bir sahne inşa ettik. Ramazan geceleri komşu hanımlarımıza o zamanın usulünde yazılmış eserleri temsil ederdik. En başta Namık Kemal’in Zavallı Çocuk namındaki dramı vardı. Ben Çoban Kızı namında bir komedi yazmıştım. Tabiî iptidaî şekilde bir eser. Bunu çok temsil ettik. Çünkü seyirci hanımların çok hoşuna gitmişti.

       Tanzimat yıllarındaki serbest tiyatro ortamı İstibdat döneminde yerini sansür ve baskıya bırakmış bu durumdan Ahmet Nuri Sekizinci de etkilenmiştir. Yazar, Osmanlı Dram Tiyatrosu tarafından oynanan Anatolun İzdivacı adlı uyarlama piyesinden dolayı sorguya çekilmiştir. Bu dönemi yazar şu satırlarla aktarır:

       “Sultan Hamid, tiyatronun halkı uyandıracağından korktuğu için avanesi Osmanlı Tiyatrosunda oynanan piyeslere şiddetli sansür koymuşlardı. Millî piyesler aşkla temsil edilmezdi. Namık Kemal’in Vatan piyesi kitapçı dükkânlarından toplanmıştı. O zaman benim tercüme etmiş olduğum Anatolun İzdivacı namındaki bir perdelik komediden dolayı sorguya çekildim. Çünkü Anatol kelimesi Anadolu kelimesine benziyormuş bundan maksadım ne imiş? Anadoluy’u kiminle bir araya getirmeyi kastetmişim? Ben bunu Fransızcadan tercüme ettiğimi ve Anadolu ile hiç münasebet olmadığını anlatıncaya kadar kan ter döktüm.

       Dönem içerisinde sansür ve baskının artması sonucunda Sekizinci, uyarlamalarında kendi adını gizlemek zorunda kalmıştır. Bu dönemde yazar tiyatronun oluşamayacağından sıkıntı duymuştur:

       “O tarihlerde Şehremini olan Rıdvan Paşa’nın oğlu Reşad Bey de benim gibi tiyatroya meraklı idi. Hatta babasının şiddetli emir ve tenbihatına rağmen kulis arasından dışarı çıkmazdı. Fransa’dan ve İtalya’dan gelen opera ve Komedi kumpanyalarıyla alaka peyda ederdi. Rıdvan Paşa Reşad Beyle başa çıkamayacağını anlayınca İstanbul’da tiyatro oyununu men etti ve bu yasak bir sene devam etti. O zamanlar Zaptiye nazırının ve Şehreminin arzu ettikleri şeyler bir kanundan daha ziyade tesir yapardı. Rıdvan paşanın maktulen vefatından sonra Reşad Bey yediği mirasla aktör Ahmet Fehim efendinin idaresi altında bir komedi kumpanyası teşkil etti. Fakat bizdeki aktörler hakikaten birer oyuncu oldukları için Reşad Rıdvan Bey’e epeyce oyunlar oynadılar. O da arzu ettiği ciddi ve temiz bir temsil heyeti vücuda getiremediği için meyus oldu. Ben de memlekette hakiki ve ciddi bir tiyatronun teşekkül edemeyeceğini düşünerek meyus oluyordum.

       Baskı ortamında imkânsızlaşan tiyatro faaliyetleri İkinci Meşrutiyetin ilanının ardından yeniden canlanmıştır. İbnürrefik Ahmet Nuri Sekizinci de bu dönemden itibaren tiyatro camiasında daha çok kendini gösterebilmiştir. “Meşrutiyetin ilanından bir hafta sonra Ahmet Nuri ve Reşat Rıdvan beylerin himayesi altında Enver ve Niyazi kruvazörleri menfaatine Harbiye, Tophane nezaretleri meydanında Kuleli ve Darüşşafaka mekteplerinde ve Selanik’te temsil edilen Vatan piyesi birçok amatör gencin sahneye çıkmasına vesile olmuş, Ahmet Nuri bu heveskârlara önderlik etmiştir.”

       Sekizinci Namık Kemal’in Vatan piyesinde Miralay Sıtkı rolünde sahneye çıkmıştır. Yazar anılarında bu dönemi şöyle anlatır: Vakıaki Meşrutiyet geldi. Bir hafta sonra Reşad Rıdvan Beyle baş başa karar verdikten sonra Tanin gazetesinin himayesi altında Enver ve Niyazi Kruvazörleri(savaş gemisi) menfaatine Vatan piyesini oynamaya teşebbüs ettik. Bize iştirak eden amatörler meyanında Raşid Rıza, Nurettin Şefkatî, Şadi ve merhum Muvahhit ve Rıza Fazıl Beyler gibi kıymetli sanatkârlar vardı. Vatan piyesini o zamanki inkılap hükümetinin yardımı ile İstanbul’da Harbiye ve Tophane Nezaretleri meydanında Kuleli ve Darüşşafaka mekteplerinde ve hatta özel trenle ta Selanik’e gidip orada harbiye mektebi talebesi ve Tophane mızıkasının iştiraki ile temsil ettik. İşte Türk tiyatrosunun menşei bu heveskâran cemiyeti olmuştur.”

        Reşad Rıdvan Beyin kurduğu bu topluluk Heveskaran Cemmiyeti adı ile anılmıştır. Bu topluluğun kurulması ile birlikte Ermeni erkek oyunculara ihtiyaç azalmıştır. Ayrıca bu yıllarda ortaoyunu gönüllülerinden Muazzez tarafından kurulan Sahne-i Heves’te de İbnürrefik Ahmet Nuri Sekizinci yer almıştır. Ahmet Nuri Sekizinci, 16 Şubat 1911 tarihinde Yeni Tiyatro Cemiyeti adlı tiyatro derneğinin kurucuları arasında yer almıştır. Bu derneğin diğer kurucuları, Eksercizade Osep, Celal Esat, Cenap Şehabeddin, Hüseyin Suad, Sami Said, Şehabeddin Süleyman, Salah Cimcoz, Asım, Müfit Ratip ve Nigar Münir’dir.

       Sekizinci, Meşrutiyet’in ilanından Darülbedayi’nin kurulmasına kadarki süreçte Hoşkadem Gebe, Tecdid-i Nikâh ve Münevver’in Hasbıhali adlı oyunları kaleme almıştır.

       1914 yılında Harbiye edebiyat öğretmeni Ziya Bey Donanma Cemiyeti Müdürü seçilmiştir. Müdür olmasının ardından derneğe gelir kaynağı yaratmak maksadıyla bir tiyatro topluluğu kuran Ziya Bey’e Süleyman Sûdi, Salah Cimcoz, Hüseyin Suat’ın yanı sıra İbnürrefik Ahmet Nuri de yardımcı olmuştur. 1914 yılına kadar devam eden irili ufaklı kumpanyalar bu yıldan itibaren yerini Darülbedayi’ye bırakmıştır. Darülbedayi’nin kurulması ile birlikte Türk tiyatrosu adımlarını daha profesyonelce atmaya başlamış, Sekizinci de Darülbedayi’nin kurulmasında bilfiil çalışmıştır:

      “Cemil Paşa Darülbedayiyi tesis etmeye teşebbüs etti. Paris’ten rejisör olarak Antuvanı getirdi. Fakat harbiumumi zuhur edince Antuvan memleketine döndü. Cemil Paşa görevden alındı. Yerine İsmet Bey geldi. Darülbedayi karışık bir halde görünce Kadripaşazade teşrifatçı İsmail Cenani Beyin riyaseti altında Salah Cimcoz, Hüseyin Suat, Celal Esat, İzzet Melih, Nigar Münir, Halid Ziya, Nuri, Reşad Nuri, İbrahim Necmi, İsmail Müştak beylerle benden müteşekkil bir heyeti edebiyeye Darülbedayinin idaresini tevdi etti. En kuvvetli mahir aktör ve aktrislerle işe başladık. Halka iştiyakı olan temaşa zevkini vermeye muvaffak olduk.”

      On sene boyunca Darülbedayi adına çalışan Sekizinci, belediye ile maddi kaynaklı bir anlaşmazlığın neticesinde buradan istifa etmiştir:

      “On seneden fazla bir müddet Allah için aralıksız çalışarak temaşa hayatında terakkiye doğru, Darülbedayiye birkaç adam arttırırken tahsisatının başka bir yere sarf edilmesinden dolayı Şehremanetile aramızdan çıkan bir ihtilaf üzerine cümlemiz istifa ettik. Biraz vakit sonra da Darülbedayi’nin en kıymetli elemanlarından olan Raşid Rıza Şadi, Nurettin Şefkatî beyler ve Eliza Kınar hanımlar çekildiler. “

      1918-1919 yıllarında Fenerbahçe Spor Kulubü’nün başkanlığını yapan Sekizinci, Darülbedayi’den ayrılmasının ardından Yeni Tiyatro Temsil Heyeti’ni kurmuştur. Bu yeni topluluk temsillerini Mısırlıoğlu Bahçesinde vermişlerdir. Kınar, Sara Mannik, Mina Hanım, Emin Beliğ, Nurettin Şefkatî, Hazım, Baba Saffet, Celal Yakup, Rıza Fazıl, Hüseyin Kemal ve Yaşar topluluğun sanatkârlarındandır. Reşat Nuri, Hüseyin Suat, Halit Fahri, Mehmet Rauf ve Mahmut Yesari de topluluğun metin yazarları arasındadır. Bu topluluk, maddi sıkıntılar nedeniyle 1923 yılında dağılmıştır. Türk sinemasının ilk komedisi olan 1921 yapımı Bican Efendi Vekilharç adlı oyunun senaryosu bu yıllarda Sekizinci tarafından kaleme alınmıştır.

       İbnürrefik Ahmet Nuri Sekizinci, Reşat Nuri [Güntekin] ve Yesarizade Mahmut ile birlikte 1923-1924 yıllarında “Kelebek” isimli edebî mizah dergisini yayımlamıştır. Dergi toplam 77 sayı çıkmıştır.

 Sekizinci, Ankara’ya yerleşene kadarki süreçte

Fırsat Yoksulu
Gelin-Kaynana
Gücü Gücüne Yetene
Kadın Tertibi
Açık Bono
Cereme
Dengi Dengine
Eski Adetler
Gerdaniye Buselik
Üç Misli
Aşk-ı Atik
Büyük Yemin
Harika
Hisse-i Şayia
Kısmet Değilmiş
Kuduz
Madde-i Asliyye
Turabizadeler
Yeni Dünya
Banka Müdürü
İki Ateş Arasında
Münafıklık
Sekizinci
Asri Hülyalar
Ceza Kanunu
Fırtınadan Sonra
Kara Haber
Bayramlık
Ferhunde
Olağan Şey
Metres-Zevce
Minnettarlık
Arayan Belasını da Bulur Mevlasını da
Çürük Merdiven
Faka Basmaz
Zülkarneyn
Büyük Baba
Huriye’nin Dolabı
Kaynanın Gönlüne Girmenin Yollar
Şair
         adlı metni elimize ulaşan oyunları kaleme almıştır. 1932 yılından itibaren Ankara’ya yerleşen Sekizinci, bu tarihten ölümüne dek Halkevleri çatısı altında hem eserlerini kaleme almış, hem aktörlük yapmış hem de amatör gençlere yol göstermiştir. Bu dönemde Şer’iye Mahkemesinde, Belkıs ve Himmet’in Oğlu adlı uzun ve tezli eserleri kaleme alan yazar 1934 yılında Türk-Rus ortak yapımı olan Türkiye’nin Kalbi: Ankara adlı belgeselde oynamıştır. Sekizinci’nin Ankara’da geçirdiği yılların tanıklarından Nüzhet Şenbay, Sekizinci’nin Halkevleri dönemini şöyle anlatmıştır:

      1932 yılında üstat Ahmet Nuri Sekizinci Halkevi sahnesinde çalışmaya başladı. Aramıza girdiği günden beri kendisini çok sevmiştik. Hepimizin mizacına uyan munis bir tabiatı vardı. Eğlencelerimize o da iştirak ederi bu eğlenceleri güzel bulunmuş hikâyelerle süslerdi. Sahneyi seveni o da severdi. Sahne için yorulmaz, provalar saatlerce devam etse çalışır bir yanlışın düzeltilmesi için arkadaşlardan fazla gayret sarf ederdi. “

      1935 yılında kendi yazdığı Himmet’in Oğlu adlı piyeste Himmet’i canlandıran Sekizinci bu oyunla ilerleyen yaşına rağmen İzmir’e turneye gitmiş ve turne dönüşü bir daha sahnelere dönememiş, rahatsızlanmıştır. Buna rağmen tiyatro çalışmalarından uzak kalmamıştır. Vefatına kadar bilfiil genç oyuncularla iç içedir. Nüzhet Şenbay’ın anılarında yazarın son günleri şöyle anlatılmıştır:

       “Ben bazı zaman çalışmalarımızda ümitsizliğe düşerdim. O beni teselli için okşar: - Üzülme yavrum sana anlattıklarımı hatırla, derdi. Bana baba, arkadaş, teselli yoldaşı olmuştu. Halkevine girdiğim zaman gözlerim üstadı arar nerede olduğunu duyarsam oraya koşardım. Son zamanlarda Belkıs piyesinin dağıtımını yaptı ve çalışmak için gün kararlaştırdık. O gün üstat gelmedi. Hepimiz telaşa düştük. Çünkü üstadın gelmemesi görülmemiş bir şeydi. Ertesi gün evine gittim. Hasta yatıyordu. Hastalığını evvela bir soğuk algınlığı zannettik. Fakat gün günden uzuyordu. Üstat dalgın yatıyordu. Ailesi hastanede bakılmasının daha muvafık olduğunu düşünerek Ankara Numune Hastanesine kaldırdı. Hastanede ilk ziyaretimizi amatör arkadaşlarımdan Şemsi ile yaptık. Üstat dalgın yatıyordu. Bizi tanımadı. Gözlerini bir noktaya dikmiş sayıklıyordu: - Arkadaşlar tamam mı? Perdeyi açalım mı? Arkadaşımla birbirimize bakıştık. Bu sönmez sahne özlemini duyan insana karşı gözyaşlarımızı tutamadık… Uzun ve boğucu bir sükûtu arkadaşımın: “Hadi artık gidelim” sözü yırttı. Kalktık bu çok sevdiğimizi hastaya gönülden şifa dileyerek… Hastaneden çıktık… Diğer ziyaretlerimde üstadı iyice buluyordum. Gün günden iyiliğe yüz tutuyordu. Bir gün hastaneye gittiğimde çıktığını söylediler. Sevinçle evine koştum. O oturmuş bize piyes hazırlıyordu. Güzel sahnelerini hayalinde canlandırdığını anlattı. O böyle bir piyesin hoşuna giden sahnelerini anlatırken adeta o sahneyi yaşardı. Uzun uzun konuştuk. Sahne dertlerimizi döktük. Geç vakte kadar oturduk… Bir gün Makbet piyesinin provasını yapıyorduk. O günkü provaya üstat da geldi. Bu halkevine son gelişi olmuştu. Çünkü o yine yataktaydı. Evine her gidişimde üstadı daha bitkin buluyordum… Nihayet 6 Mart 1935 akşamı saat yirmiyi geçe üstat hayatının son perdesini kapadı. Ertesi günü, soğuk ve yağışlı bir havada şimdi Ankara Hastanesinin bulunduğu yerdeki mezarlıkta onu sevenlerle beraber gözyaşları içinde toprağa verdik. “

      Enver Behnan Şapolyo, Sekizinci’nin son günlerine tanıklık eden bir diğer isimdir. Şapolyo, İbnürrefik Ahmet Nuri Sekizinci -Ölümünün Sekizinci Yıldönümü Münasebetiyle- başlığı ile Çınaraltı’nda yayımladığı yazısında, o günlerin yokluk ve sıkıntı ile geçtiğini şu cümlelerle anlatmıştır:

      “Türk sahne hayatına yüksek eserler kazandıran üstat İbnürrefik Ahmet Nuri Sekizinci bundan sekiz yıl önce Ankara’da ölmüştü. Büyük üstat ile son günlerini halkevlerinde beraber yaşadık. İçi cevherle dolu bu büyük sanatkârın, iki öğün kuru ekmeğini çaya bana bana yoksul öldüğüne bizzat şahit oldum. Bilmiyorum büyük adamlar niçin aç ölüyorlar?

       Vasfi Rıza Zobu, “İbnirrefik Ahmet Nurettin Sekizinci ve Ceza Kanunu” adlı makalesinde Sekizinci’yi şöyle anlatmıştır:

      “Ona, sadece “Ahmet Bey” derlerdi. Lakabı da “sakallı”ydı. Çene tarafı sivri, yanları kırpık, “didon sakal” tabir edilen bir şekilde idi. Tiyatrocular veya muharrirler arasında ona “Nuri bey” veyahut “İbnirrefik Ahmet Nureddin Bey” diye hitap edildiğini; yahut bir yerde bahsi geçerken bu isimlerle anıldığını işitmedim. “Ahmet Bey” diye hitap edilir, “sakallı Ahmet Bey” diye anılırdı. Soyadı kanunundan sonra da “Sekizinci” oldu. Olgun, dolgun bir insandı. Çok gençliğinden en son demine kadar İstanbullu, İstanbullunun bütün zevkini, eğlencesini doya doya sindirmiş; ömrünün bir saatini heba etmemişti. Kısacası ve tam manası ile o devrin kalburüstü gelen bir “İstanbul çocuğu”ydu. Ahmet Rasim’in gezip dolaştığı, düşüp kalktığı ve sonra da yazıp bizlere hediye bıraktığı “İstanbul” hikâye ve maceralarında Ahmet Beyle aşina çıkmamak imkânsızdır. Samimiyeti hoştu. Nüktesi boldu. Meclisi eğlenceli idi. Zaten eğlencesi bir mecliste o bulunmazdı. Gönlü taze, dimağı taze idi. Kibir ve azamete yan bakar; yalnız güzelin ve güzelliğin karşısında gözlüğünü takardı… Ortaoyunundan, kendi vodvillerine kadar her çeşit rolle meydana ve sahneye çıkmıştı. Gürültülü ve toparlak konuştuğu için iyi bir aktör olamadı. Ama sanat sevgisi, ondan tiyatro muharrirliği doğurdu, yaşattı ve büyüttü. Vefik Paşa’dan sonra, adaptasyonu kendisine has bir sanat olarak kurdu ve kendi sanatına kendisi vuruldu. Kırk senedir hala, dünyadan göçüp gitmesine rağmen bu sanatı o temiz ve olgun haliyle hiç kimse ondan devr alamadı; tapusuna kimse sahip çıkamadı.

      Sekizinci’nin vefatının ardından İpçeken müstear adıyla Muhsin Ertuğrul, Darülbedayi dergisinde şu satırları kaleme almıştır:

      “Tiyatromuz öyle bir kimsesiz, sahipsiz gemi ki, yıllardır belirsiz bir istikamette bocalayıp duruyor. İbnürrefik Ahmet Nuri de vaktiyle bu geminin kumanda köprüsünde fırtınaya göğüs geren kaptanlardan biriydi. Bu kaptan ihtiyarlayınca onu da, kendisinden evvelki kaptanlar gibi ihtiyata aldık ve gemi yine yola devam etti… Ölünce onu açık denize bıraktık ve yine aynı fırtınalı denizde, bir ine bir çıka yolumuza devam ediyor, sabahı bekliyoruz… Şimdi uzakta ufak bir ışık beliriyor… Karanlık gecemizde ışıldayan bu deniz feneri belki kurulacağını çocukluğumuzdan beri İbnürrefik Ahmet Nuri’nin ağzından duyduğumuz “Devlet Tiyatrosu” teşekkülünün hayal meyal görünüşüdür. Eğer bu hayal hakikat olur, bizim tiyatro gemisi selamet kıyısı olan “Devlet Tiyatrosu” sahiline varırsa o zaman şöyle diyeceğim: “Bu, tiyatromuza çok hizmetçi geçen çalışkan ve iyi yürekli İbnürrefik Ahmet Nuri, uzun seneler beklediği Devlet Tiyatrosunun kurulduğunu görmeden gözü açık gitti, ne yazık

      Sekizinci, 1911 yılında Ümid dergisinin açtığı bir ankette “Bir erkekte bulunmasını tercih ettiğiniz meziyetler nelerdir?”, “Bir kadında bulunmasını tercih ettiğiniz meziyetler nelerdir?”, “Kendinizde gördüğünüz hassalar nelerdir?” gibi özel sorulara cevap vermiştir:

1. Bir erkekte bulunmasını tercih ettiğiniz başlıca meziyetler nelerdir?
- Gayur, metin, ercümend olmak.

2. Bir kadında bulunmasını tercih ettiğiniz başlıca meziyetler nelerdir?
 - İffet, şefkat, zeka, vefa.

3. Kendinizde tercih ettiğiniz hassalar nelerdir?
- Sabır ve tahammül.

 4. Kendinizde gördüğünüz noksanlar nelerdir?
 - Arzularımın husülunu te’min edememek iktidarı.

5. En çok sevdiğiniz meşguliyet nedir?
 - Tiyatro.

6.En büyük felaketinizin en büyüğü ne olabilir?
- Memleketimi, meskenimi asude, muntazam, müferrih, müemmen görememek.

7. Tahayyül ettiğiniz saadetler ne olabilir?
- Aile saadetinden mahrumiyet.

8. Hayatta ne olmak isterdiniz?
- Bi-minnet, serazad.

 9. Yaşamak istediğiniz memleket neresidir?
- İnsan doğduğu, büyüdüğü yerden başka memlekette garip kalır.

10. En ziyade beğendiğiniz çiçek ve hayvan hangisidir?
- Yeni açılmış gül goncası, süt kuzusu.

11. Tercih ettiğiniz şairler kimlerdir?

- Hangisinin şiiri bana tesir ederse.

     Gençlik yıllarından vefatına dek tiyatro ile iç içe geçen ömrü ile gerçek bir tiyatro aşığı olan Sekizinci, altmış bir yıllık yaşamı boyunca onlarca tiyatro metni kaleme almış, defalarca aktör olarak

Değerlendirme:

      Tiyatro oyunculuğu ve yöneticiliği de yapan İbnürrefik Ahmet Nuri Sekizinciözellikle başarılı adapteleriyle tanınır. Söz konusu adapteler, telif eser kadar yerli ve orijinaldir. Ayrıca yazari tiyatronun vazgeçilemez şartlarından olan tabiî konuşma dilini sahneye taşımada büyük başarı gösterir. Aynı başarıyı, oyunun kurgusunda da tekrar eder. Genç yaşta tiyatroya başlayan yazar özellikle Mütareke ve Milli Mücadele dönemlerinde Türk tiyatrosuna damgasını vurmuştur. İbnürrefik Ahmet Nuri’nin tiyatrodaki birinci önceliği, halkı eğlendirmek ve güldürmektir. En ciddi konularda bir gülünç bir taraf bulur veya onu mizahîleştirmede güçlük çekmez. Dönemin önemli siyasî, fikrî, kültürel meselelerini anlatmayı amaçlayan didaktik ve angaje oyun tarzına uzak duran yazar, daha çok toplumun ve insanların ev içindeki günlük hayatı üzerinde durmayı yeğler. Bir bakıma Ahmed Midhat'ın çizgisinde eğlendirirken eğitmeyi amaçlar. Aile içi ilişkiler, kadın-erkek ilişkileri, yaşanan değişme olgusu karşısında bu ilişkilerdeki farklılaşmalar, kadının mutsuzluğu, geçim sıkıntısı, onun vazgeçemediği aslî konulardır. Çoğunlukla kısa (bir perde) olan oyunları, tür bakımından çoğunlukla komedi ve vodvildir

Kaynak: İbnürrefik Ahmet Nuri Sekizinci’nin Tiyatroları Üzerine Bir İnceleme,  Koray ÜSTÜN

Test Çöz