KELİMELERİN ANLAMINI ÖĞRENİN
allegro: Canlı, neşeli ve hızlı biçimde.
asorti: Birbirine uygun, birbirini tutar renk ve biçimde olan (giysi).
buldok: Köpekgillerden, burnu basık, alt çenesi üsttekinden uzun, iri ve güçlü bir köpek türü.
çakşır: Paça bölümü diz üstünde veya diz altında kalan bir tür erkek şalvarı.
danuva: Danua, domuz avında kullanılmak üzere en az 400 yıl önce Almanya’da geliştirilen köpek soyu.
diplomat: Dış politikayla uğraşan ve ülkesini temsil etmekle görevlendirilen kimse.
iskarpin: Ökçeli, konçsuz ayakkabı.
istiska: Bedenin herhangi bir yerinde su birikmesi şeklindeki hastalık ve bu hastalığa yakalanma.
işkillenmek: İşkilli duruma gelmek, pirelenmek.
kaniş: Uzun, kıvırcık tüylü bir cins köpek.
kavas: Elçilik veya konsolosluklarda görev yapan hizmetli.
küşayiş: Açıklık, ferahlık.
mebus: Milletvekili.
mezür: Mezura, ölçü.
moderato: Temponun biraz yavaşlatılması gerektiğin anlatan bir söz.
perçinlemek: Bir bağıntıyı perçinle tutturmak. İk veya daha çok parçayı, karşılıklı bölümlerini birbiri
üzerinde ezerek birleştirmek.
rölöve: Eski bir sanat eserinin, bir yapının çizilerek veya boyanarak hazırlanan kopyası.
rüküş: Gülünç bir biçimde giyinip süslenen (kadın).
şoson: Kumaş veya ince deriden, çoğunlukla düz topuklu, ayağı bütünüyle saran ayakkabı.
tıknefes: Herhangi bir sebeple solunum sıkıntısı olan, güçlükle, kesik kesik nefes alan.
ağarık: Beyazlaşmış, rengi solmuş.
anason: Maydanozgillerden, kokulu tohumu hamur işlerinde ve rakı yapımında kullanılan bir bitki.
hâl kâğıdı: Sabıka kaydı.
hela: Tuvalet.
ilmühaber: Birinin yer, hâl, medeni durum vb. bilgilerini gösteren resmî belge.
lizol: Antiseptik olarak kullanılan sıvı.
ördek: Yataktan kalkamayacak durumdaki erkek hastaların içine idrarlarını yaptıkları kap, lazımlık,
oturak.
patiska: Çoğu pamuktan dokunmuş sık ve düzgün bez.
sinsilik: Gizli ve kurnazca kötülük yapma durumu.
tafta: Bir tür sert, ipekli kumaş.
tükenmez: Peynirli bir tür çorba.
tükürük hokkası: Metal, cam veya topraktan yapılmış, içine tükürülen küçük kap.
yalaz: Alev.
yen: Elbise kolunun el üzerine gelen kısmı.
ortanca: Taşkırangillerden kırmızı, pembe veya mor renkli çiçeklerini yaz başında açan, gölgelik yerlerde yetiştirilen bir süs bitkisi.
sedye: Hasta veya yaralı taşımaya yarayan katlanabilir hasta yatağı, teskere.
sır: 1. Bazı nesnelere parlaklık verme, dış etkilerden koruma, sızmalarını önleme vb. amaçlarla sürülen, saydam veya donuk vernik. 2. Aynaların arkasına ve kaplama metal eşyanın yüzüne sürülen ince tabaka.
tekir: Postu siyah çubuklarla ve beneklerle süslü, kül renginde veya boz olan kedi.
arzuhâlci: Para karşılığında dilekçe, mektup vb. yazan kimse.
daktilo: Yazı makinesi.
eşraf: Bir yerin zenginleri, sözü geçenler, ileri gelenler.
karbon kâğıdı: Aynı anda hem yazmak hem de kopya çıkarmak için yazı kâğıtlarının arasına konulan kâğıt.
kompartıman: Yolcu trenlerinde vagonların bölmelerle ayrılmış bölümlerinden her biri.
manifaturacı: Manifatura eşyası satan kimse, bezzaz.
meneviş: 1. Hare. 2. Terementi ağacının tohumu.
metruk: 1. Bırakılmış, terk edilmiş. 2. Kullanılmayan.
mızıka: Bando, armonika.
nağme: Güzel, uyumlu ses, ezgi, melodi.
pelür kâğıt: İnce ve
darı: Buğdaygillerden, kuraklığa dayanıklı bir bitki, akdarı, mısır.
hisse: Bir olaydan çıkarılan ders.
kale almak: Önemsemek, değer vermek.
kıssa: Ders alınması gereken kısa hikâye.
toyluk: Toy olma durumu veya toyca davranış, acemilik.
1960’TAN SONRA MODERNİST HİKÂYELER
Cumhuriyet Dönemi’nde 1960’tan sonra hikâye yazarları toplumsal sorunların yol açtığı kaygı ve bunalımları geleneksel anlatımın dışına çıkarak psikolojik çözümlemeler yoluyla yansıtmışlardır. Alışagelmiş tema ve kurgulama yönteminin dışına çıkarak yeni arayışlar içine girme, 1960 sonrası hikâye yazarlarının ortak eğilimidir. Bu dönemde içerik olarak bireyin bunalımı, toplumla uyuşamama, huzursuzluk, yabancılaşma ve yalnızlık gibi temaların ele alındığı modernist hikâyeler yazılır. Modernist anlayışın yansıması olarak hikâyelerde bilinç akışı, iç konuşma, geriye dönüş gibi anlatım teknikleri kullanılır. Modernist hikâyelerde klasik hikâyede esas olan olay, kişi, çevre vb. unsurları önemsizleştirilerek bakış açısı, çağrışım, imge ve ironi ön plana çıkarılır. Modernist anlayışla kaleme alınan hikâyelerde dün-bugün-yarın şeklinde ilerleyen klasik zaman akışı yerine zamanda geriye dönüşler ve ileriye sıçramalarla zaman zincirinin kırıldığı, parçalı bir zaman akışı tercih edilir.
Türk edebiyatında Oğuz Atay, Yusuf Atılgan, Nezihe Meriç, Ferid Edgü, Haldun Taner, Bilge Karasu, Adalet Ağaoğlu, Füruzan, Vüs’at O. Bener, Latife Tekin, Leyla Erbil, Orhan Duru gibi yazarların eserlerinde modernizmin yansımaları görülür. Dünyadaki siyasal, ekonomik ve toplumsal değişiklikler ülkeleri etkilemiştir. Bu değişimler; genelde sanata, özelde ise edebiyata yansımış ve yön vermiştir. 1980’li yıllar dünyadaki ve Türkiye’deki siyasal değişimlerin yaşandığı dönem olarak tarihe geçmiştir. 1980 İhtilali ile Türkiye oldukça karışık bir siyasal ve toplumsal ortamla karşı karşıya kalmıştır. Bu dönem birçok şeyin başlangıcı olduğu gibi edebiyatımızda da yeni bir dönemi başlatmıştır. 1990’ların başında SSCB’nin dağılması, küreselleşme çabaları gibi birtakım değişimler insanların ve toplumların kaderini tayin etmeye başlamıştır. Bu dönemde toplumcu edebiyat büyük bir yara alırken sosyalizmin çöküşü gibi dünyadaki önemli gelişmelerle birlikte ideolojilere karşı bakış açısı değişmiş, kimlik bunalımı ve buna bağlı olarak yeni arayışlar başlamıştır.
Okuduğunuz “Sancho’nun Sabah Yürüyüşü” adlı hikâye Haldun Taner tarafından 1969 yılında yazılmıştır. Hikâyenin kahramanı Sancho bir köpektir ve hikâyede ona benzer daha birçok köpek vardır. Bunlar, kendi aralarında bir “köpek sosyetesi” oluşturmuştur. Dünya edebiyatında insan davranışlarını hayvanlar üzerinden anlatan hikâyeler çok eskidir. Fransız edebiyatında La Fontaine’in yazmış olduğu hayvan masalları, buna örnektir. Haldun Taner’in hikâyesi, masaldan çok, “gerçekçi hikâye” anlayışıyla yazılmıştır. Yazar, hikâyesinde “belli bir zaman ve mekânda yaşanan gerçek hayatı” anlatmıştır. Bunu yaparken de insanlara çok yakın olan köpekleri sembol olarak kullanmıştır. Hikâyenin içeriğini Sancho’nun sabah yürüyüşü esnasında karşılaştığı köpekler ve köpek sahiplerinin hâl ve davranışları, onlarla ilgili duygu ve düşünceleri oluşturmaktadır. Yazar, hikâyesinde insanlara önem vermekle beraber köpeklerin kendilerine has özelliklerini göz ardı etmemiştir. Hikâyede köpekler hayat karşısında alınan bir tavrı temsil etmiştir. Yazarın, köpeklerle insanlar arasında kurduğu çeşitli ilişkiler gülme duygusu uyandırmıştır. Hikâyede bütün köpeklere insani özellikler verilmesi şiirde geçen “teşhis” sanatına karşılık gelmektedir. Yazar, hikayede ironik bir dille sosyal eleştiri yapmıştır. “Sancho’nun Sabah Yürüyüşü” hikâyesi, politik ve sosyal eleştirileri barındırmakla beraber sanat yönü ağır basan; kuruluşu, esprileri, üslubu bakımından özgün bir eserdir. Yazar; hikâyesinde mizahi gücünü ve söz ustalığını ortaya koymuştur. Öyküleri ve oyunlarıyla çağdaş Türk edebiyatının öncü yazarlarından olan Haldun Taner, Türk hikâyeciliğinin gelişiminde etkili olmuştur. Öykülerinde bireyin toplum içindeki yaşantısından yola çıkarak toplumun aksayan yönlerini ironik bir üslupla ele almıştır.
1971’de “Parasız Yatılı” adlı eseri ile Sait Faik Hikâye Armağanı alan Füruzan, bu ödülü kazanan ilk kadın yazardır. Yazarın “Parasız Yatılı” adlı kitabında yer alan “Ah Güzel İstanbul”, “Haraç” ve “Bir Evin Dıştan Görünüşü” adlı öyküler Viyana, Münih ve Zürih’te aynı anda yayımlanır. Füruzan, 1974’te bir üniversite tarafından Almanya’ya davet edilir. Yazarın bu dönemdeki Almanya izlenimleri ve Ruhr bölgesinde maden ocağı işçileriyle yaptığı çalışmaları, 1977’de “Yeni Konuklar” adıyla neşredilir. 1994’te Bosna Hersek, Makedonya ve Yunanistan’a gitmiş olan yazarın buralarda edindiği izlenimleri “Balkan Yolcusu” adı altında yayımlanır. Füruzan, gerek eserleri gerek ele aldığı konuları ve bu konuları ele alış biçimiyle Türk edebiyatındaki önemli kadın yazarlardandır. Füruzan’ın eserlerindeki temalar ve toplumsal eleştiriler yaşadığı çağın yansımalarıdır. Birey yerine toplumu, daha çok toplumdaki kadınları ve çocukları ele alan yazar, eserlerinde derin sınıf ayrımlarına ve içi boşaltılmış geleneklere yer verir. Yazar bir anlamda toplumla hesaplaşır. Bütün bu hesaplaşmalar çarpık düzenin, hızla değişen dünyanın bir parçasıdır. “Parasız Yatılı” hikâyesinde kocası ölen bir kadının sekiz yaşındaki kız çocuğu ile verdiği mücadele anlatılır. Kadın geçinebilmek için hastabakıcı olur. Bu arada kız çocuğu ilkokulu pekiyi ile bitirir. Ailenin maddi durumu hâlâ kötüdür. Bundan dolayı anne, kızını parasız yatılı okula verir. Bu, onlar için bir kurtuluş olacaktır. Kız, öğretmen çıktıktan sonra annesiyle birlikte Anadolu’da bir köye gidecek ve mesut bir hayat yaşayacaktır. Hikâyede anne ile kızı, parasız yatılı okulun giriş sınavına giderken görülür. Yazar, yeni bir anlatış tarzı ile bu basit olayı ve basmakalıp konuyu tesirli hâle getirir. Hikâye sanatında önemli olan, olay veya konudan çok anlatış tarzıdır. Çocuklar, aşk, aile hayatı, fakirlik, keder, sevinç, açlık, hayal, ümit gibi temalar insanlığın yaşadığı, bildiği sıradan şeylerdir. Fakat Füruzan yeni bakış, yeni anlatış tarzları ile bilinen konulara bir duyarlılık getirir ve onlar üzerinde okuyucuyu yeniden düşündürür. Hikâyenin yapı bakımından dikkati çeken özelliklerinden biri, sıralı zaman anlayışının kırılarak hayatın çeşitli anlarının, annenin konuşmaları, kızın hatırlamaları vasıtasıyla bir arada verilmiş olmasıdır. Kullanılan anlatım teknikleri ve zaman anlayışı bakımından “Parasız Yatılı” adlı hikâye modernist anlayışın izlerini taşımaktadır. Yazar, öykücülüğü ile ilgili şu ifadeleri kullanır: “Öykülerimde yaşadığım dönemin tanıklığını yapmak çabasındayım. Bu tanıklık birikimimle, dünya görüşümle, insana yaklaşımımla kuruluyor. Acıyı, direnci, sevgiyi bu duyguları aklıyla bileyip kuşaktan kuşağa ileten gerçek insanı geliştirip savunma çabasındadır benim inandığım sanat yapıtları. Sanatçı suçluyu yargılarken o suçu besleyen toplum yapısını yıkma işlevini de yüklenmiş oluyor.”
MİLLÎ VE DİNÎ DUYARLILIKLARI YANSITAN HİKÂYELER
Millî ve dinî duyarlılıkları yansıtan hikâyeler yazan Sevinç Çokum, Türk hikâyeciliğinin 1970’ten sonra yetiştirdiği önemli kadın yazarlardandır. Eserlerinde sosyal, siyasi ve kültürel değişimlerin bireyin iç dünyasındaki izlerini görmek mümkündür. Sevinç Çokum, öykülerinde sokaktaki insanın yalnızlığına, sıkışmışlığına, çıkış arayışlarına umutlu bir bakış açısı ile dikkat çeker. Yazar, değişime ayak uyduran insanların karşısına yozlaşmış tipleri getirerek çatışma oluşturur. Hikâyelerinde yaşadığı zamandan tarihî dönemlere kadar geniş bir yelpazede yazarın eserlerinde, mekân da âdeta canlı bir öykü unsuruna dönüşür. Yazarın mekâna bakışında eski ile yeni karşılaştırılırken eskiye özlem açıkça hissedilir. Onun hikâyeleri, edebî kıymetinin yanında, Türk insanının 1970’ten sonra yaşadığı değişimleri görmek açısından ayrıca bir öneme sahiptir. Okuduğunuz “Yeniden Bahar Olsa” adlı hikâye “zaman karışımı” esasına dayanır. Konakta bir çocuğun doğumu beklenirken yaşlı kadın, yıllar önce, evinin üst kattaki odasında oğlunun doğumunu hatırlar. Hikâye, yaşlı kadının bakış açısıyla anlatılır. Yazar, kendisini gizler; gerçekleri farklı duyulara hitap ederek verir. “Yeniden Bahar Olsa” hikâyesinin başlıca özelliği, yaşanan an ile geçmiş, birey ile toplum, şiir ile gerçek, iç ile dış arasında karmaşık fakat dengeli ilişkiler kurulmuş olmasıdır.
Türk hikâyeciliğinde yarım asırdır varlık gösteren Mustafa Kutlu, kendine has üslubuyla özgün bir anlayışa sahiptir. Türk edebiyatında köyden kente göç, kentteki insanın sorunları gibi son derece önemli konuları eserlerine alan yazar, Türk toplumunun temel sosyolojik meselelerini “bir oturuşta yazma” kıvraklığıyla dile getirir. Mustafa Kutlu, Nurettin Topçu’nun hareket felsefesinden etkilenir. Hikâyeye Nurettin Topçu çizgisinde başlayan Mustafa Kutlu, bu yolu geliştiren ve çeşitlendiren bir hikâye dünyası kurarak ilgileri üzerinde tutmayı başarır. 1960’ların sonunda yazmaya başlayan Mustafa Kutlu, bu yıllarda dönemin varoluşçuluk, bunaltı gibi akımlarından uzak durur. Öykücülerin önemli bir bölümü bu akımları benimsemesine karşın o, bu akımları “yerlilik” bağlamında uygun görmez. Mustafa Kutlu, bu dönemdeki bir başka yönelim olan bilinç akışı ile ilgili olumsuz düşüncelerini de şu ifadelerle dile getirir: “Dili zorlayan, çoğu kez bozan, yeniden yapan, zamanı istediği gibi kullanan, şuur akımına rağbet eden, olağan ve olağandışıyı aynı anda elde tutan, konudan çok işlemeye değer veren bir tutum hikâyemize hâkim olmuştur. Bu hâkim tutumu kötüye kullananlar çoğunluktadır. Sahte mallar, hakiki değerleri gölgelemiştir.” Mustafa Kutlu; modaya, gelir geçer değerlere itibar etmeyeceğini ifade ederek Türk öykücülüğünde kendisine farklı bir yer biçer. Mustafa Kutlu’nun tüm hikâyelerinde coğrafya olarak İstanbul veya Anadolu’nun bulunduğu görülür. Dünyada ve ülkemizde yaşanan birçok gelişme insanın ve toplumun hayata bakış açılarını ve yaşama biçimlerini değiştirmekte ve dönüştürmektedir. Böylece geleneksel yapıdan modern yapıya evrilen toplum ve bireyin gelenekle irtibatını sağlayacak unsurlar da yok olmaktadır. Hikmetli ve sade bir üslupla kimi zaman tasavvufun yoğun olarak işlendiği eserler ortaya koyan Mustafa Kutlu, bu anlamda geçmişle günümüz arasında kültürel bir bağ kurmak istemektedir. Mustafa Kutlu’nun hikâyeciliği dört dönem altında incelenebilir: 1. Dönem (1968 - 1979): Ortadaki Adam ve Gönül adlı eseri bu dönemin ürünleridir. Bu dönemde, yazarın Sait Faik ve Sabahattin Ali’nin etkisinde olduğu gözlemlenir. 2. Dönem (1979 - 1995): Yazarın geleneksel üsluptan hareket ederek kendi tarzını bulduğu dönemdir. Yokuşa Akan Sular, Yoksulluk İçimizde, Ya Tahammül Ya Sefer, Bu Böyledir ve Sır bu dönemin ürünleridir. Bu dönem hikâyeleri özellikle kıssa geleneğinden faydalanılarak kurgulanmıştır. Kitaplardaki hikâyelerin her biri müstakil birer hikâye olduğu gibi hikâyeler kitap hâlinde de bir bütünlük oluşturur. 3. Dönem (1995 - 2000): Yazarın hikâyecilik serüveninde bir çeşit ara dönem olarak nitelendirilebilir. Bu dönem eserleri Hüzün ve Tesadüf ile Arka Kapak Yazıları’dır. Yazarın bu iki eserinde, çoğu hikâye olmakla birlikte denemeye yakın yazılardır. 4. Dönem (2000 - 2007): Bu dönem çocukluk, aşk, çevre, köy-kasaba-varoş hayatı gibi konuların daha çok işlendiği dönemdir. Bu dönemde yazar, hikâyelerini genel olarak uzun hikâye formunda kaleme almıştır. Uzun Hikâye, Beyhude Ömrüm, Tufandan Önce, Mavi Kuş, Rüzgârlı Pazar, Chef, Menekşeli Mektup, Kapıları Açmak bu dönemin ürünleridir. Okuduğunuz Uzun Hikâye adlı eser, isminden de anlaşılacağı üzere bir uzun hikayedir; eser, yüz on beş sayfalık hacmi ile romana yakındır. Mustafa Kutlu’nun hayat hikâyesindeki ayrıntılarla eserdeki çocuk kahramanın başından geçen olaylardaki paralellik, eserin otobiyografik özelliklerini açıkça gösterir. Bu özellik, hatıra türüne yaklaşan eserin diline ve üslubuna da yansır. Yazar; oldukça sade, akıcı bir dil ve samimi bir üslupla eserini kurgular.
Dünya edebiyatında “flash fiction”, “short-short story”, “anlık kurmaca” olarak tanımlanan küçürek öykü; Türk edebiyatında minimal öykü, çok kısa öykü, öykücük, kısa kısa öykü, kıpkısa öykü, sımsıkı öykü, kısa kurmaca, minik öykü, mini öykü, küçük ölçekli kurmaca, mesel gibi isimlerle adlandırılır. Küçürek öyküde genellikle beş yüz kelimeyi geçmeyecek bir anlatım örgüsü oluşturulur. Küçürek öykü, nasihatte bulunmaz; karakter geliştirmez ve okuyucuyu yönlendirmez. Bu türün en büyük özelliği okuyucuda şok etkisi yapmasıdır. Küçürek öyküde yazar, pek çok şeyi uzun uzun anlatmak zorunda değildir. Okuyucunun bildiği şeyleri ima ederek geçer ve pek çok ayrıntıyı anlatmaz. Öyküde eksik bırakılan noktaları okurun tamamlamasını bekler. Bu bakımdan küçürek öykülerde okura da çok iş düştüğünü söylemek gerekir. Küçürek öykülerde yazar, şiirde olduğu gibi çoğu zaman imgeler kurar ve onların gücünden faydalanarak hikâyesini anlatır. Bunun yanında yazarlar küçürek öyküleri oluştururken özetleme tekniğine bolca başvururlar. Türk edebiyatında 1960’lı yıllardan sonra yer bulan küçürek öyküleri birçok yazar kaleme almıştır. Bu yazarlar arasında Ferit Edgü, Haydar Ergülen, Mehmet Harmancı, Hulki Aktunç, Tezer Özlü, Sadık Yalsızuçanlar gibi sanatçılar yer alır. Ferid Edgü “Leş” adlı kitabında bu tarz küçürek öykülerini toplar. Haydar Ergülen “Fazlalıklar” adlı eserinde yer alan “Kıssadan Hikâye” adlı küçürek öyküsünde bir anlamda küçürek öykünün tanımını yaparak türün özelliklerini sıralar. Mehmet Harmancı ise “Muhtemel Menkıbeler” adlı eserinde küçürek öykülerini bir araya getirir.
Haldun Taner (1915-1986)
İstanbul’da doğdu. Galatasaray Lisesinden sonra Almanya’da Siyasal Bilgiler Fakültesinde okudu. Yurda dönünce İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Alman Dili ve Edebiyatı Bölümünü bitirdi. Edebiyat Fakültesinde tiyatro tarihi dersleri verdi. Tercüman, Milliyet gazetelerinde çalıştı. İstanbul’da vefat etti. İlk hikâyesi “Töhmet”, “Haldun Yağcıoğlu” takma adıyla Yedigün dergisinde çıktı. İç ve dış gözlemi güçlü, zengin bir kültürle yüklü konularını yergileme ve güldürme yanlarından etkileyici bir güçle işleyen edebî kişiliğe sahiptir. Hikâye ve oyunlarında sadece kişisel planda kalmamış, bugünün toplumsal sorunlarına da yönelmeyi hedeflemiştir. Düşüncelerden olay değil, olaylardan düşünce çıkardı. Türk edebiyatında epik tiyatro ve kabare tiyatrosunun öncüsü olan Haldun Taner’in canlı, neşeli, nükteli, meddah konuşmalarına kaçan, işlediği tipleri şiveleriyle ele alan bir üslubu vardır.
Başlıca eserleri: Yaşasın Demokrasi, Tuş, Şişhaneye Yağmur Yağıyordu, Ayışığında “Çalış-kur”, On İkiye Bir Var, Konçinalar, Sancho’nun Sabah Yürüyüşü (hikâye); Dışarıdakiler, Ve Değirmen Dönerdi, Fazilet Eczanesi, Lütfen Dokunmayın, Günün Adamı, Huzur Çıkmazı, Keşanlı Ali Destanı, Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım, Eşeğin Gölgesi, Zilli Zarife, Sersem Kocanın Kurnaz Karısı (oyun); Hak Dostum Diye Başlayım Söze (söyleşi)
Füruzan (1935-)
Asıl adı Feruze Çerçi’dir. İstanbul’da doğdu. Ortaokuldan sonra öğrenimini sürdüremedi. Bir süre tiyatro topluluğunda çalıştı. İlk hikâyesi, Seçilmiş Hikâyeler dergisinde yayımlandı. Kişileri, olayları; insancıl, abartısız, iyimser bir bakış açısıyla ele alan hikâyeleri edebiyat çevrelerinde ilgi ile karşılandı.
Başlıca eserleri: Parasız Yatılı, Kuşatma, Benim Sinemalarım, Gecenin Öteki Yüzü, Gül Mevsimidir, Su Ustası Miraç, Yedi Öykü, Sevda Dolu Bir Yaz Şiiri: Lodoslar Kenti (hikâye); 47’liler, Berlin’in Nar Çiçeği (roman); Redife’ye Güzelleme, Kış Gelmeden (oyun); Yeni Konuklar (Almanya’daki Türk işçileriyle yaptığı röportajlar), Die Kinder der Türkei (Türkiyeli Çocuklar, Almanca yayımlanmış çocuk kitabı), Balkan Yolcusu (gezi yazısı)
Sevinç Çokum (1943-)
İstanbul’da doğdu. Beşiktaş Kız Lisesinden sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünü bitirdi. Öğretmenlik, dergi yöneticiliği yaptı. Sanat yaşamına şiirle başladı. Sonra hikâye ve romanlar yazdı. Eserlerinde büyük kentin yoksul ve orta gelir gruplarının yaşantılarını konu aldı, kahramanlarının iç dünyalarını çözümledi.
Başlıca eserleri: Eğik Ağaçlar, Bölüşmek, Makine, Derin Yara, Onlardan Kalan, Rozalya Ana, Al Çiçeğin Moru, Gece Kuşu Uzun Öter, Beyaz Bir Kıyı, Bir Eski Sokak Sesi (hikâye); Zor, Bizim Diyar, Hilâl Görününce, Ağustos Başağı, Arada Kalmış Tebessüm, Lacivert Taşı, Tren Burdan Geçmiyor, Gece Rüzgârları, Gül Yüzlüm, Deli Zamanlar, Çırpıntılar (roman); Beyaz Sessiz Bir Zambak, Yeniden Doğmak (senaryo); Kayıp İstanbul (Hevenk), Vaktini Bekleyen Tohum, Güzele Bakan Karınca (deneme-anlatı)
Mustafa Kutlu (1947-)
Erzincan’da doğdu. Erzincan Lisesinden sonra, Erzurum Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünü bitirdi. Edebiyat öğretmenliği yaptı. Yayınevlerinde çalıştı. Sanat yaşamına şiirle başladı. Öykü ve incelemeleriyle tanındı. İlk öykü ve yazıları Adımlar dergisinde yayımlandı. Daha sonra çeşitli dergilerde yazdı. Yazar eserlerini karşıtlıklar üzerine kurdu, yaşadığı toplumun insan ilişkilerini eserlerinde konu edindi. Hikâyelerinde yabancılaşmanın karşısında oldu, her tür gelişmenin tarihimizde ve öz değerlerimizde olduğunu dile getirdi. Geçmişin birikimlerini bugünün anlayışıyla sentezleyen yazar, hikâyelerin sonunu bir hayat dersine bağlayarak “kıssadan hisse çıkarma” geleneğini sürdürdü. “Uzun hikâye” tarzıyla edebiyatımızda kendine has bir yer edindi. Hikâye anlayışıyla bir çığır açarak birçok genç yazara ilham kaynağı oldu.
Başlıca eserleri: Ortadaki Adam, Gönül İşi, Yokuşa Akan Sular, Yoksulluk İçimizde, Ya Tahammül Ya Sefer, Uzun Hikâye, Bu Böyledir, Sır, Arka Kapak Yazıları, Menekşeli Mektup, Hüzün ve Tesadüf, Beyhude Ömrüm, Mavi Kuş, Tufandan Önce, Rüzgârlı Pazar, Chef, Kapıları Açmak, Huzursuz Bacak, Tahir Sami Bey’in Özel Hayatı, Zafer yahut Hiç, Hayat Güzeldir (hikâye); Şehir Mektupları, Akasya ve Mandolin (deneme); Sait Faik’in Hikâye Dünyası, Sabahattin Ali (inceleme)
Ferit Edgü (1936-)
İstanbul’da doğdu. Güzel Sanatlar Akademisinin son sınıfındayken Paris’e gitti. Orada felsefe, seramik ve sanat tarihi okudu. Yurda döndükten sonra, askerliğini yedek subay öğretmen olarak yaptı. Reklam şirketinde çalıştı. Ada Yayınevini kurdu. Eserlerinde ele aldığı kişilerin değişik toplum ve çevre baskıları karşısında durumlarını, ruhsal çözümlemelerle işlemeye çalıştı.
Başlıca eserleri: Kaçkınlar, Bozgun, Av, Bir Gemide, Çığlık, Binbir Hece, Doğu Öyküleri, İşte Deniz, Maria, Do Sesi, Avara Kasnak, Nijinski Öyküleri (hikâye); Kimse, O (Hakkâri’de Bir Mevsim adıyla sinemaya uyarlandı.) (roman); Ah Min-el Aşk, Dağ Şiirleri (şiir)
HİKÂYE TÜRÜNÜN ÖZELLİKLERİ
Yaşanmış veya yaşanması mümkün olayların okuyucuya haz verecek şekilde anlatıldığı kısa edebî yazılara hikâye (öykü) denir. Hikâyenin temel özellikleri şunlardır:
- Yalın bir olay örgüsü vardır.
- Genellikle tek olay, yoğun etki uyandıracak biçimde anlatılır.
- Zaman sınırlı, karakter sayısı azdır.
- Yaşamın bir kesiti anlatılırken fazlaca ayrıntıya girilmez.
HIKÂYENIN YAPI UNSURLARI
Hikâyenin kişi, olay, mekân (yer) ve zaman olmak üzere dört yapı unsuru vardır.
Kişiler: Olaylar, genellikle merkezde yer alan kişilerin çevresinde gelişir. Hikâyede kişi sayısı azdır ve kişiler, olay örgüsünde üstlendikleri işlevlere göre önemli hâle gelir.
Anlatmaya bağlı edebî metinlerde olayın merkezinde bulunan, ait olduğu toplumsal sınıfın özelliklerini üzerinde taşıyan kişiye tip; toplumsal bir sınıfı değil de sadece kendini temsil eden kişiye de karakter denir.
Olay Örgüsü: Belli bir konu çevresinde gerçekleşen birden fazla olayın, sebep-sonuç ilişkisine bağlı bir biçimde oluşturduğu bütüne olay örgüsü denir.
Mekân (Yer): Hikâyede olayın oluştuğu çevre veya yere mekân adı verilir. Edebî metinlerde mekân, kişilerin psikolojik durumunu ortaya çıkarmanın bir aracı olarak kullanılır.
Zaman: Hikâyede olayların yaşandığı; saat, an, gün, mevsim veya yıl gibi ifadeler metnin zaman çerçevesini oluşturur.
Hikâyede Tema, Konu ve Çatışma
Hikâye çözümlemesinde tema, konu ve varsa çatışmayı anlamak önemlidir.
Tema: Hikâyedeki temel duygu veya düşüncedir, soyut ve geneldir. Sevgi, dostluk vb.
Konu: Hikâyede ele alınan düşünce, olay veya duruma konu denir ve temayı sınırlandırır. Türkiye’de aile bağları vb.
Çatışma: Öyküleyici metinlerde dramatik anlaşmazlık veya aykırılığa çatışma denir. Çatışma, hikâyede karşıt duygu, düşünce ve isteklerin; kişilik özelliklerinin bir arada sergilenmesi ile ortaya çıkan durumdur. Hayal ile gerçek, insan ile insan, insan ile toplum, insan ile doğa vb. şeklinde olabilir.
HIKÂYEDE ANLATICI VE BAKIŞ AÇISI
Hikâyede olay veya durumu anlatan kurmaca kişiye anlatıcı denir. Anlatıcı, yazarın dışında yer alan ve yalnızca o hikâyeye özgü olarak kurgulanan bir kişiliktir.
Anlatıcının aktardığı olayla ilgili ayrıntılara hâkimiyeti ve ayrıntıları aktarma biçimine bakış açısı denir. Bakış açısı, metindeki anlatıcıya göre değişir. Hikâyede üç farklı anlatıcı ve anlatıcıyla birlikte gelişen üç bakış açısı vardır.
Kahraman (Ben) Anlatıcının Bakış Açısı
Hikâyede olaylar, hikâye kahramanlarından birinin ağzıyla anlatılır. Olayları yaşayan kahraman, olaylar karşısındaki izlenim ve tutumunu kendi anlatımıyla yansıtır. Bu bakış açısında anlatıcı birinci kişidir.
Hâkim (İlahi) Bakış Açısı
Anlatıcı, olaylara ve kahramanlara hâkimdir. Olayların nasıl gelişeceğini bilir ve görür. Olayları anlatırken kahramanların aklından geçenleri ve psikolojilerini yansıtır. Bu bakış açısında anlatıcı üçüncü kişidir.
Gözlemci Bakış Açısı
Anlatıcı; gördüklerini, tanık olduklarını aktarır. Hikâye kahramanlarının aklından geçenleri bilmez. Anlatıcının anlatımı gördükleriyle sınırlıdır. Nesnel bir tutum sergilenir. Bu bakış açısında anlatıcı üçüncü kişidir.
Örnek
“Karşıya geçtim. Saatçinin kapısındaki cama dayadım burnumu, içeriye baktım. Loştu. Saatçi bir masanın ardında oturuyordu. Gözlüklüydü. Bıyıksız oluşuna şaştım. Kafamdaki bıyıklıydı. Gözlüklerinin üstünden dik dik bakıyordu bana. Hoşuma gitti. Çekildim.”
Yusuf Atılgan, Saatlerin Tıkırtısı
Örnek
İşte gönlünde hiç de arzusu kalmamıştı. Hatta Kadı Efendi ile satranç oynamak, fıskıyeli kahvede muhasebeci beyle tavla atmak gibi eğlenceler onu ekseriya dışarıda alıkoyuyor, daireye gitmesine mâni oluyordu. Kış, zaten Akdeniz sırtındaki bu ılık memlekette sonbahar gibi hafif geçerdi. Biraz rüzgâr soğukça esse tavan boyu ocaklara kuru zeytin kütükleri atıyorlar, hindiler doldurarak, kazlar kızartarak kışın da zevkini çıkarıyorlardı. Bu gamsız, geniş ömür yüreğinin ateşini söndürmüştü.
Refik Halit Karay, Memleket Hikâyeleri
Örnek
Sokak kapısı aralıktı. Adam, koltuğunda kitap paketleri… Evden içeri girdi, odaya çıktı. Odanın ortasında ayakta durdu. Güldü, başını salladı. Gitti, aynaya baktı, sonra gözüne sedirde yatan kızı ilişti. Ona doğru yürürken koltuğundaki paketlerden birisi düştü. Baba sinirlendi, ötekini de yere attı, bir tekme...
Orhan Kemal, Ekmek Kavgası
Örnek Soru (ÖSYM 2009-ÖSS/ED-SOS)
Aşağıdaki parçalardan hangisi tanrısal (hâkim) anlatıcının bakış açısıyla verilmiştir?
- kalktık, Enuice pencereye doğru ağır ağır yürüdü ve tespih ağacına bakarken şöyle dedi: “Kuşlar tüneklerine yerleşiyor, bizim için yatma vakti.”
- işitmiş, geldi baktı. Başhekim babamın pek yakın dostlarından olduğu için tanışırız. Beni odasına götürdü, konuştuk, biraz avundum, ama içimdeki coşkuyu yenemiyordum.
- sallamak, güle güle diye bağırmak isterdi. Bahtınız açık olsun demek isterdi. Fakat el sallayamazdı, bir eli bütün koluyla birlikte Kutülamare’de, bir kum tepesinde kalmıştı, öbür eli de, pis, sefil fakat kocaman torbasını tutuyordu.
- üzerinde bir cam fanusun altına konmuş eski usul bir saat, sarı yaldız çerçeveli büyükçe bir ayna ve aynanın üst tarafında, duvarda kılıflarıyla asılmış babama ait bir çift çakmaklı tabanca duruyordu.
- göz bebeklerime kadar ilerliyor. Kitabı yavaşça bir kenara bırakıyorum. Başımı kaldırıp az ötede oturan kız kardeşime bakıyorum. Çenesini dizlerine dayamış, karanlığı dinliyor. “Yasemin hep aynı.” diye geçiriyorum içimden.
Çözüm
C seçeneğinde yazar, olayların nasıl gelişeceğini bilmektedir ve anlatıcı üçüncü kişidir. Cevap C
Örnek Soru
Gündüzleri avareyim şu sıralarda. Kışın usul usul bastırdığı havanın erken karardığı, Ankara’daki yoğun hava kirliliğinin insanın gözlerini yakıp içine boğuntu verdiği şu günlerde sokaklarda dolaşıyorum. Kızılay’a inip kalabalığın içine karışıyorum, pasajlara girip çıkıyorum. Sakarya’daki dönerci kuyruklarına takılmak isteyip son anda vazgeçiyorum. Kitapçı vitrinlerine bakıyorum, oradan berbere gidiyorum. Sıhhiye tarafına yönelip hastanelerin oralardan dolanıyorum.
Bu metinden hareketle aşağıdakilerden hangisi hakkında bilgi edinilemez?
A) Hikâyenin yazıldığı zaman B) Anlatıcı
C) Mekân D) Bakış açısı
E) Anlatım biçimi
Çözüm
Parçada anlatıcı birinci şahıstır. Mekân, sokaktır. Parça, kahraman anlatıcının bakış açısıyla anlatılmıştır. Öyküleyici anlatım biçimi kullanılmıştır. Hikâyenin yazıldığı zaman belirli değildir. Cevap A
HIKÂYEDE ANLATIM BIÇIMLERI
Öyküleyici Anlatım
Öyküde anlatılan olayı; zaman, mekân ve kişi kavramlarıyla ilişkilendirerek veren anlatım biçimine öyküleyici anlatım denir.
Örnek
Saçı sakalı bembeyazdı. Kamburunu düzeltmek istiyormuş gibi gerindi. Elleri, ayakları titriyordu. Gök kadar boş, gök kadar sakin duran denize baktı, baktı.
– Hayırdır inşallah! dedi.
Duvarın dibindeki taş yığınlarına çöktü. Başını ellerinin arasına aldı. Sırtında yırtık bir çuval vardı. Çıplak ayakları topraktan yoğrulmuş gibiydi.
Ömer Seyfettin, Forsa
Betimleyici Anlatım
Doğanın veya bir varlığın özelliklerinin, duyularımız üzerinde uyandırdığı izlenimlerinin birer tablo, resim veya fotoğraf gibi okuyucunun karşısına çıkarılmasıdır.
Örnek
İnce uzun dallı badem ağaçlarının alaca gölgeleri sahile inen keçiyoluna düşüyor, ilkbaharın tatlı rüzgârıyla sarhoş olan martılar, çılgın bağrışlarıyla havayı çınlatıyordu. Badem bahçesinin yanı geniş bir bağdı.
Ömer Seyfettin, Forsa
HIKÂYEDE ANLATIM TEKNIKLERI
Öyküleyici metinlerde gösterme (diyalog, iç konuşma, bilinç akışı), tahkiye (hikâye) etme (kişi tanıtımı, olay anlatımı, geriye dönüş, iç çözümleme, özetleme), pastiş, parodi ve ironi gibi anlatım tekniklerinden yararlanılır. Gösterme tekniği; diyalog, iç konuşma veya bilinç akışı şeklinde olabilir.
Diyalog
Hikâyelerde olay içerisindeki kişilerin karşılıklı konuşturulması tekniğine diyalog denir. Ömer Seyfettin’in Forsa adlı hikâyesinden alınan aşağıdaki bölümün, iki kişinin karşılıklı konuşmaları ile geliştiği görülmektedir.
Örnek
İhtiyar esir sevincinden bayılmıştı. Kendine gelince oğlu ona:
— Ben karaya cenk için çıkıyorum. Sen gemide rahat kal, dedi.
Eski kahraman kabul etmedi:
— Hayır. Ben de beraber cenge çıkacağım.
Ömer Seyfettin, Forsa
İç Konuşma (İç Monolog)
İç konuşma tekniğinde, kahramanın duygu ve düşünceleri sesli düşünme şeklinde yansıtılır. Bu anlatım tekniğinde kahraman, karşısında biri varmış gibi kendi kendine konuşur.
Örnek
Sesler hiç yankılanmadı. Evler, duvarlar kaskatıydı. Çinko oluklar, çatıları kristal parıltılarla çevreliyordu. Ortalıkta bir köpek bile yoktu. Ipıssızdı her yan. Orada çömeldim. Bu evin tokmağı böyle el biçiminde miydi? Tunçtu el. Kara binektaşı. Burada mıydı? Bilye çukurlarımızı doldurmuşlar. Duvar boyunu yokladım. Kardeşimin başını bu sokakta yarmışlardı.
Vüs’at O. Bener, Dost
Bilinç Akışı
Genellikle XX. yüzyıl modern roman ve hikâyesinde kullanılan bir anlatım tekniğidir.
Bu teknikte, iç konuşmada olduğu gibi kişilerin iç dünyaları, zihinlerinden geçirdikleri doğrudan o kişilerin ağzından, kendi kendilerine konuşmaları şeklinde verilir.
Kahraman anlatıcı ve bakış açısı söz konusudur ancak bilinç akışında iç konuşmadan farklı olarak cümleler arasında mantık ilişkisi zayıftır.
Bilinç akışı tekniği, kahramanın zihninden geçenleri, olduğu gibi aktarma çabasıdır.
Bu teknikte amaç, bireyin iç dünyasında şekillenen duygu ve düşünceleri doğal olarak yansıtmaktır. Çağrışım ve imgelere dayalı bir anlatım vardır.
Örnek
Bunun ufacık elleriyle… İşimiz var. Bekle ki küfe dolsun. Karnım da acıktı. Kışın bu derdi var işte. Bereket bu akşam konserdeyiz. İş yok Hamiyet’te… Nerede o eski ses. Tabii zamanla… Dün midemi bozdum. Karıştırıyorum… Bir gazoz çekmeli… Omzum ağrıyor. Uff! Rüzgâr çıktı be… Şu paltonun taksidi de ödenirse, bir radyo alır, eh o da…
Vüs’at O. Bener, Dost
HIKÂYE TÜRLERI
Hikâyede insan yaşamının bir bölümü yer ve zaman kavramına bağlanarak ele alınır. Günlük hayattan bir kesit sunulur veya bir insanlık durumu anlatılır. Bu ölçütler çerçevesinde hikâyeler, tür bakımından olay ve durum hikâyesi şeklinde ikiye ayrılır
Olay Hikâyesi (Maupassant Tarzı Hikâye)
Olayların kişi, zaman, mekân unsurları kullanılarak; serim, düğüm, çözüm bölümleriyle aktarıldığı, merak duygusunun yoğun olduğu hikâyelere olay hikâyesi denir.
Olay hikâyesinin genel özellikleri şunlardır:
- önemli olduğu bu hikâyelerde yazar önce gerilimi artırır, sonra çözüm bölümünde olayları çarpıcı bir sonla açıklığa kavuşturur.
- vaka veya Maupassant tarzı hikâye olarak da bilinen olay hikâyesi, gücünü olayın öyküleştirilmesinden alır.
- genellikle tek bir olay üzerine kurulur ve şaşırtıcı bir sonla biter.
- başlangıç ve bitişi belirgindir.
- sebap-sonuç ilişkisi içinde serim, düğüm ve çözüm planına uygun olarak kurgulanır.
- hikâyelerinde mekân tasvirleri önemlidir. Hikâyede ileti ön plandadır
- hikâyesinde yer ve zaman ögeleri önemlidir.
- örneklerini Fransız yazar Guy de Maupassant (Gay dö Mopasan) vermiştir.
- hikâyesinin Türk edebiyatındaki en önemli temsilcisi Ömer Seyfettin’dir.
- Halit Karay, Sabahattin Ali, Orhan Kemal, Samim Kocagöz, Necati Cumalı, Reşat Nuri Güntekin ve Yakup Kadri Karaosmanoğlu Türk edebiyatında olay hikâyesinin temsilcilerinden bazılarıdır.
Örnek Soru (ÖSYM 2020-AYT)
Yalnızca olaya yaslanan; girişi, gelişmesi, sonucu olan; okuyucuyu bir gerilim içinde tutarak az sonra ne olacak sorusunun ardına düşüren bir öykü türüdür Maupassant tarzı öyküler. ---- bu türde yazan en ünlü öykücülerimizden biridir.
Bu parçada boş bırakılan yere aşağıdaki yazarlardan hangisi getirilmelidir?
- Seyfettin
- İleri
- Şevket Esendal
- Karasu
- Faik Abasıyanık
Çözüm
Sorunun öncülünde olay hikâyesinin özellikleri verilmiştir. Türk edebiyatında olay hikâyeciliği türünde eser veren en ünlü hikâyecilerimizden biri Ömer Seyfettin'dir.
Cevap A
Durum Hikâyesi (Çehov Tarzı Hikâye)
Bir olaya dayanmaktan çok günlük yaşamdan bir kesiti aktaran; serim, düğüm ve çözüm bölümlerini içermeyen hikâyelere durum hikâyesi denir.
Durum hikâyelerinin genel özellikleri şunlardır:
- örgüsünden çok tema üzerinde durulur.
- çözümlemelere ağırlık verilir, olay ikinci planda kalır.
- ve sosyal düşünceler, duygu ve hayaller ön plana çıkar.
- örneklerini Rus yazar Anton Çehov’un verdiği bu öykülere Çehov tarzı hikâye de denir.
- türün Türk edebiyatındaki en önemli temsilcileri Memduh Şevket Esendal, Sait Faik Abasıyanık ve Tarık Buğra’dır.
Not: Hikâyedeki olaylar rahatlıkla özetlenebiliyorsa bu bir olay hikâyesidir. Karakterlerin ya da yazarın düşünceleri, bir durum karşısındaki duyguları ağır basıyor ve özetlemeyi güçleştiriyorsa durum hikâyesidir.
Örnek Soru
Nuri’nin karısını etraflıca hatırlayayım diyorum ama, olmuyor. Pek az şey geliyor kadından hatırıma. Eve girip çıkarken, şöyle gözlerinin içi ışıl ışıl, kapılarının arasından görünürdü.
Ne tuhaf! İnsan kapı komşusu hakkında bile bazen bir şey bilmiyor. Nuri’yi desen, onu da ancak o kadar tanıyorum. Sabah omuzunda kazma, arkasında keçisi evden çıkar; akşam omuzunda kazma, koltuğunun altında bir demet ot, arkasında keçisi eve dönerdi. Arada bir karşılaşırsak “Ne var, ne yok bey?” derdi. “Ne yazıyor gazete?” Eline hiç gazete almamış, okuma yazma bilmeyen biri size gazetede ne yazıyor diye sorarsa ne anlatırsınız önce ona? Bulup seçemezdim söyleyeceğimi, “Şundan bundan” derdim kısaca. Gayet ciddi başını iki yana sallardı. “Acayip?..” derdi o Boşnak şivesiyle. “Muharebe var mı? Muharebe?” “Yok.” derdim. “Yeni bir muharebe yok."
Bu parçayla ilgili aşağıdakilerin hangisi söylenemez?
- bakış açısı kullanılmaktadır.
- biriyle okumamış biri arasındaki farklılık görülmektedir.
- hikâyesine özgü bir anlatım sergilenmektedir.
- iç konuşmalara yer verilmiştir.
- anlatım biçimi görülmektedir.
Çözüm
Yukarıdaki parçada olay değil, bir durum anlatılmıştır. C seçeneği söylenemez. Cevap C
Dünya Edebiyatında Hikâye Türünün Gelişimi
- yüzyıl İtalyan yazarı Boccaccio’nun (Bokaçyo) yazdığı Decameron (Dekameron) adlı eser, hikâye türünün ilk örneği kabul edilir.
- yüzyılda Voltaire (Volter) öykü türünde eserler yazmış, insan dışındaki yaratıkları ve olmayacak olayları da öyküye katmıştır.
- aynı dönemde oluşmaya başlayan hikâye, tür olarak ancak XIX. yüzyılda romantizm ve realizm akımlarının yaygınlaşmasıyla özgün bir kimlik kazanmıştır.
Türk Edebiyatında Hikâye
Hikâye, Türk kültür tarihinde en az bin yıllık geçmişi olan ve giderek zenginleşen bir türdür. Türk edebiyatında roman türü ortaya çıkıncaya kadar kısa veya uzun, nesir ya da nazım her yazıya hikâye denilmiştir. Özellikle Dede Korkut Hikâyeleri, aşk ve savaş hikâyeleri Türk toplumunda asırlarca anlatılagelmiştir. Tanzimat Dönemi’nde Fransız edebiyatının etkisiyle romanla tanışılınca romanın kısa olanına hikâye denmiştir.
Türk edebiyatında Batılı anlamdaki ilk öyküler Tanzimat Dönemi’nde 1870’lerden sonra yazılmıştır.
TANZIMAT DÖNEMIÖNCESITÜRK EDEBIYATINDA HIKÂYENIN YERINITUTAN TÜRLER
Türk edebiyatında Destan Dönemi'nden başlayarak gelişen bir anlatma, hikâye etme geleneği vardır. Tanzimat’tan önce hikâye türünün yerini destanlar, Dede Korkut Hikâyeleri, halk hikâyeleri, efsaneler, masallar ve mesneviler tutmaktaydı.
Dede Korkut Hikâyeleri
Destan Dönemi'nden halk hikâyeciliğine geçişin en önemli ürünü Dede Korkut Hikâyeleri'dir. Eser, Akkoyunluların egemen olduğu Kuzeydoğu Anadolu Bölgesi’nde, XV. yüzyıl başlarında halk ağzından derlenerek yazıya geçirilmiştir.
- asıl adı, “Kitab-ı Dedem Korkut Ala Lisan-ı Taife-i Oğuzan”dır (Oğuzların Diliyle Dede Korkut Kitabı).
- bir önsöz ile 13 hikâyeden oluşur.
- geçen “Dede Korkut" meçhul bir halk ozanıdır.
- nazım ile nesir iç içedir.
- Oğuz Türklerinin düşmanlarla yaptıkları savaşlar, kendi iç mücadeleleri ve olağanüstü olaylar yer alır.
- yazıya geçireni belli değildir (anonimdir).
- Korkut Hikâyeleri'nden bazıları şunlardır: “Dirse Han Oğlu Boğaç Han, Salur Kazan'ın Evi Yağmalanması, Kam Büre Bey Oğlu Bamsı Beyrek, Kazan Bey Oğlu Uruz'un Tutsak Olması, Duha Koca Oğlu Deli Dumrul, Basat'ın Tepegöz'ü Öldürmesi”
Örnek Soru (ÖSYM 2014-LYS)
Dede Korkut Hikâyeleri ile ilgili olarak aşağıda verilen bilgilerden hangisi yanlıştır?
- dili, 14 ve 15. yüzyıl konuşma Türkçesidir.
- çoğu Türkçe kökenlidir.
- ve mensur anlatım iç içedir.
- son derece canlı ve hareketlidir.
- Dede Korkut tarafından kaleme alınmıştır.
Çözüm
Eser anonimdir, XV. yüzyıl başlarında meçhul biri tarafından yazıya geçirilmiştir. E seçeneği yanlıştır. Cevap E
Örnek Soru (ÖSYM 2008-ÖSS/ED-SOS)
XV. yüzyılın başlarında yazıya geçirilen ----, adını yaratıcısı olduğuna inanılan kişiden alır. Türklerin yaşamını tarihsel, kültürel ve toplumsal bakımdan çok iyi anlatan bu yaratılar, ---- ürünleridir. İslamiyet Öncesi Dönem'de oluşturulan bu ürünlere, bu dinin kabulünden sonra İslami söyleyiş özellikleri de eklenmiştir.
Bu parçada boş bırakılan yerlere sırasıyla aşağıdakilerden hangisi getirilmelidir?
A) Dede Korkut Hikâyeleri - sözlü edebiyat
B) destanlar - anonim halk edebiyatı
C) Göktürk Yazıtları - ilk yazılı edebiyat
D) tasavvufi şiirler - divan edebiyatı
E) seyahatnameler - halk edebiyatı
Çözüm
Dede Korkut Hikâyeleri XV. yüzyıl başlarında yazıya geçirilmiştir ve sözlü edebiyat ürünüdür. Cevap A